Sulama Birlikleri Yasası ile ne amaçlanıyor?

Eski Sayıştay üyesi A. Kadir Sev, mecliste tüm partilerin onayıyla geçen "Sulama Birlikleri" yasasının arkasındaki tehlikeye işaret etti. Sev, yasanın tarımsal sulamayı uluslararası tekellerin eline verdiğini söyledi.

Sulama Birlikleri Yasası ile ne amaçlanıyor?

22 Şubat 2011 günlü Resmi Gazete'de 6172 sayılı “Sulama Birlikleri” adlı bir yasa yayımlandı. Parlamentodaki bütün partilerin hepsi bu yasaya evet oyu verdi. Oysa bu yasa tarımda kullanılan suyun rantının uluslararası tekellerin emrine sunulmasını sağlayacak önemli değişiklikler içeriyordu. Ama ne yazık ki, Ziraat Odaları sessiz kaldı. Basın da hiç yer vermedi.

Tarımsal sulama, her ne kadar ülkemizde önemi kavranamasa da, dünya nüfusunun artması ve su kaynaklarının kirlenmesi ile birlikte trilyonlarca dolarlık bir rant kaynağına dönüşmüştür. Bu nedenle de uluslararası tekellerin av konularından birini oluşturmaktadır. Yeni Yasa ile suyun ticarileştirilerek yabancılaştırılmasında bir adım daha atılmaktadır.

Bu yazı konunun önemine dikkat çekebilmeyi amaçlamaktadır.

Sulama Birlikleri, 26 Mayıs 2005 günlü 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Yasası'nda öngörülen kurallara göre yönetiliyordu. Bu Yasada Birliğin Bakanlar Kurulu Kararıyla kurulması ve Birlik Meclisinin Mahalli İdare Meclislerinin seçeceği üyelerden oluşması öngörülmekteydi. Yasada ayrıca birliğin gelirleri arasında İl Özel İdare Bütçeleri ile diğer kamu kurum ve kuruluş bütçelerinden ayrılacak ödenekler sayılmaktaydı.

Yeni Yasa ile Su Birlikleri, Mahalli İdare Birlikleri kapsamından çıkarılarak özel bir işletmeye dönüştürüldü. İl Özel İdareleri ile örgütsel bağı koparıldı ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün bütçelerini onama ve yeni yatırımlara izin vermesi ile sınırlı bir vesayetine bırakıldı.

Sulama Birlikleri, yeni Yasada her ne kadar kamu tüzel kişisi olarak adlandırılsa da, kamu ile olan bağlarının daha da zayıflatıldığı görülmektedir. Kurulmalarında Bakanlar Kurulu’nun yetkisi ortadan kaldırılmış, üye olmak isteyen su kullanıcılarının birlik ana statüsü hazırlaması yeterli görülmüştür. Karar ve yönetim organlarından da devlet çıkarılmış, karar organı olan Meclis üyelerinin, birlik üyelerince; yönetim organı olan Yönetim Kurulunun ise Birlik Meclislerince seçilmesi öngörülmüştür.

Yasa ile getirilen en önemli olumsuzluk ise kamu kaynaklarından aldıkları payın kesilmiş olmasıdır. Kamu desteği kesildiği için bu birlikler artık yeni yatırımları ile bakım, onarım vb. giderlerini yalnızca katılım payları ve su kullanıcılarından alacakları hizmet bedelleriyle karşılamak zorunda bırakılmışlardır. Bu yapılanların Türkçedeki karşılığı tarımsal sulamanın ticarileştirilmesidir.

Ülkemizde 1980’li yıllardan bu yana, Dünya Bankası ve çeşitli uluslararası kuruluşların öncülüğünde uygulanan neoliberal politikalar, her alanda olduğu gibi suyun ticarileştirilmesini de hedeflemiştir.

Ülkemiz, Dünya Bankası patentli “Kamu Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması” kavramıyla ilk kez 1980’li yıllarda tanıştı. Bu dönemde Dünya Bankası ile çok sayıda Kredi anlaşması yapılarak kamu yönetimi, uluslararası tekellere entegre olacak bir dönüşüme uğratıldı.

Bu çerçevede 1984 yılında, Yol Su Elektrik Genel Müdürlüğü ile Toprak Su Genel Müdürlüğü, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü adı altında birleştirilmiş; 2005 yılında ise bu Genel Müdürlük de kapatılarak bütün araç, gereç, personeliyle birlikte, İl Özel İdareleri ile KÖYDES ve BELDES gibi çok küçük ölçekli örgütlenmelere devredilmiştir. Böylelikle bütüncül politikalar üretecek ve uygulayacak yapı ortadan kaldırılmış, sulama hizmeti yapılamaz olmuş ve özelleştirilmesi zorunluluğunun dayatılması için ilk tohumlar atılmıştır.

1986 ve 1997 yıllarında ise iki Dünya Bankası Projesi uygulamaya konuldu: “Drenaj ve Tarla İçi Geliştirme” ile “ Sulama Yönetimi ve Yatırımlarında Katılımcı Özelleştirme” adlı bu iki proje ile tarımsal suyun özelleştirileceği altyapı hazırlandı.

1993 yılından sonra ise DSİ’nin yaptığı sulama tesisleri hızla su birliklerine devredilmeye başlanıldı. Bu süreç öyle hızlı işletildi ki; Devlet Su İşleri'nin internet sayfasında 2009 yılında 388 sulama birliğine 2.135.824 hektar alanın devredildiği ve bu büyüklüğün tesislerin %96’sını oluşturduğu belirtilmektedir.

Su Birlikleri Yasası, tarımsal sulamanın uluslararası tekellerin hizmetine sunulmasındaki adımlardan biri olarak görülmeli ve Yasa ile öngörülen bu örgütlenme modeline şiddetle karşı çıkılmalıdır.

DSİ’nin yaptığı sulama tesislerinin %96’sının devredildiği bu birliklerden tarımsal sulamayı yönetmeleri istenilmektedir. Çiftçilerin bilgi birikimi ve yönetim yeteneklerinin, büyük ölçekli yatırımları/projeleri yönetecek düzeyde olabileceği düşünülmemelidir. Birlikler bugüne değin tarımsal sulamayı, devlet katkısı olmasına karşın yönetememişlerdir. Yeni yatırımlar bir yana var olan tesisler de çürümeye terk edilmiştir. Su kaçakları çok fazladır. Borçları nedeniyle elektrikleri kesik olduğu için sulama yapamamaktadırlar.

Tasarının gerekçesinin özelleştirmeye övgü ile başladığı dikkate alınırsa Yasayı çıkaran iradenin amacının da zaten tarımsal sulamanın daha iyi yönetilmesi değil, yabancılaştırılması olduğu anlaşılmaktadır.

Sulama birlikleri, yap-işlet-devret ile iç ve dış borç alma yetkileriyle donatılmış ama tarımsal sulamayı yönetemeyecek bir yapı oluşturulmuştur. Bu yapı, suyun özelleştirilme sürecinin tamamlandığını ve artık yabancılaştırılması aşamasına gelindiğini göstermektedir.

A. Kadir Sev




Güncelleme Tarihi: 30 Mart 2011, 00:00
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER