YÖK, 27 Ekim 2017 tarihinde kamuoyuna yaptığı açıklamada Doçentlik Sınavlarına İlişkin Çalışma Başlattığını ve bu konuda üniversitelerin 6 Kasım 2017 tarihine kadar görüşlerini yazılı ve [email protected] adresine e-posta olarak bildirilmesini istemektedir. Ayrıca görüş bildirmek isteyen akademisyenlerin ve ilgili kurum ve kuruluşların da yine aynı e-posta adresi üzerinden görüşlerini ve önerilerini iletebileceklerini belirtmektedir.
YÖK’ün değerlendirilmesi ve görüş oluşturulmasını istediği konular şunlardır:
“1) Mevcut sistemde ilk aşamada uygulanan doçentlik başvuru şartlarının aranmasına devam edilmesi, bununla birlikte merkezi yapılan sözlü sınav şartının kaldırılması;
2) Mevcut sistemin ilk aşamasında uygulanan doçentlik başvuru şartlarını sağlayan ve buna ilişkin ÜAK tarafından verilecek belge sahibi adayların doçentliğe yükseltilerek atanması aşamasının Üniversitelerimizce yürütülmesi;
3) Üniversitelerimizin ÜAK tarafından belirlenen asgari kriterleri üzerine ilave kriterler koyabilmesi veya bu kriterler ile yetinebilmesi;
4) Doçentliğin akademik bir unvan mı yoksa profesörlük gibi bir kadro unvanı mı olması gerektiği konusunun değerlendirilmesi;
5) Doçentliğin akademik bir unvan olarak değerlendirilmesi durumunda; unvanın alınması ve korunmasında ne tür kriterlerin aranmasının gerektiği;
6) Mevcut sistemde olduğu gibi akademi dışından da doçentlik unvanının kazanılmasına devam edilmesi hususunun değerlendirilmesi, devam edilmesi durumunda bu unvanın hangi kriterlerle ve hangi kurum tarafından (ÜAK/Üniversiteler) verilmesinin uygun olacağı;
7) Bunların dışında doçentlik süreçlerine ilişkin değerlendirmeye alınmasını istediğiniz varsa başka konu veya öneri”.
YÖK üç aydan fazla bir zaman geçmesine rağmen yardımcı doçent kadrolarının nasıl kaldırılacağı konusunda sorunu çözmeye yönelik bir görüş ortaya koymaması, YÖK Yasası’nda olduğu gibi oyalama taktiğine başvurduğu izlenimi vermektedir. Yardımcı Doçentlerin önünü tıkayan en önemli konu olan yabancı dili atlaması ve bu konuda sağır sultan rolünü oynaması kabul edilebilir bir tavır değildir. Oysa şu anki tıkanmanın ve sorunun çözümünün püf noktası merkezi yabancı dil çıkmazıdır. Kaldı ki bu çıkmazı 2000 yılından bu yana suiistimal ederek sınav hırsızlığı yapıp 85-90-95-100 alan doçentlerimiz ve profesörlerimiz var, kırk bin kere maşallah! Onları tekrar sınava tabi tutun bakalım 25-30’dan yukarı puan kaç kişi alabilecek?
Çözüm şudur: Eğer “yabancı dil zorunluluğu” devam edecekse bunu doktoraya çekerek, şu an itibarıyla öğretim üyelerinin yarısından fazlasını oluşturan 37000 yardımcı doçenti bilimsel çalışmalarını esas alarak doçentlik kadrolarına atamaktan ibarettir. Türkiye ile Amerika’yı karşılaştırıp kafa karışıklığına neden olmanın bir anlamı yok. Amerika farklı bir ülke, 50 eyaletten oluşmuş federal bir devlet, her bir üniversitenin kendine göre saygınlığı, kriterleri var. Unvanları üniversiteleri kendileri veriyor. ÜAK türü engelleyici kurumları söz konusu değildir.
Üniversitelerde dil dayatması artık son bulmalı. Sınavı yüksek puanla geçenin 1-2 yılda unuttuğu hiçbir kullanılabilirliği olmayan, Anadolu çocuklarının üniversitelere girmesine ve yükselmesine engel olmak için dil saçmalığı son bulmalı. Akademik başarı ve diğer çalışmalar ön plana çıkarılmalıdır.
Yabancı dili atlamakla birlikte YÖK'ün Üniversitelere gönderdiği metinde nihayet 36 yıldan beri zulüm aracı haline dönüşen sözlü sınavın kaldırılması ve ayrıca 4 ve 5 maddede yer alan doçentlik bir akademik unvan mı, yoksa profesörlük gibi bir kadro unvanı mı sorusunun sorulması ve konun tartışılmaya açılması, yaşanan ve çözülmesi gereken soruna bir nebze de olsa yaklaştığını gösteriyor.
EVET, DOKTORA EN SON EĞİTİM DERECESİDİR VE EĞİTİM SONUCU DİPLOMA ALINARAK BU DERECE ELDE EDİLMEKTEDİR. TIPKI ÖN LİSANS, LİSANS VE YÜKSEK LİSANS GİBİ. Doçentlik ise bir kadro derecesidir, tıpkı yardımcı doçentlik ve profesörlük gibi.
ÜAK ise 36 yıldan bu yana işi zorlaştırmaktan ve meseleyi çözümsüz hale getirmekten başka bir şey yapmamıştır. Ayrıca alan suiistimale açıktır ve oldukça suiistimal edilmiştir. Bunu eski YÖK başkanı mesela Gürüz bir televizyon konuşmasında yabancı dil sınavına giren herkesin o sınavdan nasıl geçirildiğini açıklamıştır. Tenzih edilecekler elbette vardır ve onları tenzih ediyor olmakla birlikte ne yazık ki ısmarlama jürilerle ve yurt dışında parayla yazılan ısmarlama makalelerle doçent olanlar küçümsenmeyecek sayıdadır. Bu nedenle dürüst ve çalışkan bilim adamlarının önü kesilmemelidir.
Özetle; doçentlik eğitim (akademik) derecesi değildir, kadro derecesidir. Tıpkı profesörlük gibi üniversiteler tarafından verilmelidir. Bunun için belli yayın ve çalışma süresi (tecrübe) konabilir. Yabancı dil gibi gereksiz engellemelerle kimsenin önü tıkanmadan yayın ve tecrübe şartlarını yerine getiren herkesin kadroları verilmelidir. Günümüzdeki gibi kast sisteminden uzaklaşılmalıdır.
Ne demek geçici doçentlik: Geçmişteki gibi "eylemli doçent", "eylemsiz doçent" oyalamasıyla vakit geçirilmemelidir.
YÖK’ün sorunu çözmek istemediği, oyalama taktikleriyle sorunu çözümsüzlük girdabına sürüklemek istediği anlaşılıyor.
Sayın Cumhurbaşkanımızın ve siyasilerin konuya el atmasını bekliyor ve umuyoruz.
Yrd. Doç. Dr. M. Hanefi Bostan
Türk Eğitim-Sen