‘Hazımsızlığın sonu saygısızlıktır’ denir. Eğitim-Bir-Sen’in, 195 bin 670 üye ile genel yetkili sendika olmakla kalmayıp, Türkiye’de kamu çalışanları sendikaları arasında en büyük sendikası olmasının bazılarında şişkinliklere neden olacağını ve hazımsızlık nedeniyle, özellikle birilerinin saygısızlık içeren cümleleri kuracağını biliyorduk. 200 bini bulan rakamın ne olduğunu ve ne manaya geldiğini bildiği halde, ellerindeki kiri bulaştırmaya çalışan biri iri, diğeri gözlerini yeni açacak kadar küçük iki bünyeden ses duyuldu.
W. Shakspeare, “Bir adam yenildi mi, bu yenilgi onun yeni saldırılarına yol açan bir kapıdır” der.
Gözleri kamaşanlara ve idraki körelmişlere Mevlana Hazretleri, “Gözlerini kamaştıran renkli camları kır da öyle bak ki, gözüne çarpan şeyin ne olduğunu bilesin” der. Geçenlerde bir arkadaşıma, ‘gözüne çarpanın ne olduğunu bildiği halde çarpıtmaya ve kirli gürültü oluşturmaya yeltenene ne demek lazım’ dedim. Başkanım, “Bir it ürüyor diye koca kervan geri dönüp bakmaz” dedi. Hakikaten ‘Bey’lik bir laftı. Kirli sese dönüp cevap vermeyi düşünmediğim için, sözü bir kenara not etme gereği duymadım. Keşke bir kenara not etseymişim…
Çarşamba günüydü sanırım, arayan bazı arkadaşlar, “Başkanım, başarımızı sanal olarak adlandıran ve çamur çalmaya çalışan yazıyı okudunuz mu” diye sordular. Ben de, ‘hazımsızlığın sonu saygısızlıktır. Bu kadar şişkinlikten sonra bazı seslerin çıkması doğaldır, bu beklediğimiz şeydir. Türkiye’nin en büyük örgütlü yapısı, dönüp sese bakmamalı’ dedim. Bu kanaatimi korurken, hafta sonu arayan bir dostum, ‘mücadelemizin amacına ulaşması ve emeklerimiz neticesinde sözleşmelilerin kadroya geçmiş olması ile ilgili kararname imzaya açılmışken, her zaman yaptıkları gibi sözleşmelilerin duygularını köpürtmeye ve manipüle etmeye hizmet edenlerin başarımızı kendilerine tahvil etmeye çalışmasına neden müsaade ediyorsunuz’ dedi. Aklıma Eflatun’un, “Fenalıkların ilki ve en büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır” sözü geldi. Joseph Parker, “Çamur atma; hedefini şaşırır, kirli ellerinle kalıverirsin” der, fakat kirli elleriyle kalması gerekenlerin insanların zihnini de kirlettiklerini düşünmeye ve doğrusu Eflatun’u haklı bulmaya başladım.
İbn-i Sina, “Kendinin ne olduğunu bilen insan, bazı kendini bilmezlerin, onun hakkında söylediklerinden etkilenmez” derken, sanırım benim gibi düşünmüştü. Söyleyen kişinin kartvizitine bakıp şaşıran bazı arkadaşlarımız, “Bu insanlar yalanı nasıl böyle gerçek gibi sunabiliyor ve yalanı meşrulaştırıyorlar” diye hayretlerini gizleyemiyorlar. Özellikle gidilmedik kurum bırakmayan, bazen kurumlara defaten giden yöneticilerimiz ve inisiyatif alarak ter döken arkadaşlarımız, on yılda istikrarlı bir şekilde ilmek ilmek dokunarak oluşturulan 195 bin 670 üyenin haykırdığı gerçeği görmeyen ve gölgelemeye çalışanların gözlerinin sağlığından şüphe ediyorlar. Şüphelerinde haklılar ve bilmelidirler ki, aynen düşündükleri gibi, güneşin yükselişini göremeyecek kadar körler. Hem gerçeği göremeyecek hem de aynadaki suretlerini fark edemeyecek kadar körler…
İbn-i Sina, “Hiç kimse, görmek istemeyen kadar kör değildir” derken, tam da bu tipleri kastediyor sanırım.
Hz. Ali, “Cevap çok uzun olduğu zaman doğru gizli kalır” demektedir. Başarımızın arkasındaki gerçeğin, neler yaptığımızın açıklanarak anlatılması saatler sürer. Zirveye çıkışımızdaki terimizin tuzu, hazımsızlık ve şişkinlik yaşayanların gözlerini yakıyor sanırım. Onlar gözlerini ovuşturmaya devam etsinler. Eğitim-Bir-Sen’in zirveye yerleşmesini, uydurdukları yalanlarla gerekçelendirmeye, gölgelemeye ve bazı siyasi figürlerden yalan makinesi unvanını almaya koşsunlar. Onlara, Phtagore’nin dediği gibi, “Ya susun ya da susmaktan daha değerli şeyler söyleyin” demek isterim ama nafile…
Alışmış kudurmuştan beterdir, alışkanlıklarından vazgeçmezler. En iyisi ben, Eğitim-Bir-Sen neler yapmadı, onları sıralayayım. Genel Yetkili sendikama, “Sen Artık Bey’sin” diyen Genel Eğitim ve Sosyal İşler Sekreterimiz Teyfik Yağcı Bey’in müsaadeleri ile neler yapmadığımızı, yetkimizi sanal bulan zevata ve “minik sıçan”a ‘Bey’lik cümlelerle söylemek isterim.
Eğitim-Bir-Sen Neleri Yapmadı?
- Öncelikle sendikacılığı kavga zeminde yapmadı. Hiç kimseyi şerrinden dolayı üye olmak zorunda bırakmadı. İdari makamlarda bulunan üyelerine, ‘kimse sizin şerrinizden dolayı üye olmak zorunda kalmasın. Eğer birisi sendikamıza üye olacaksa şerrinizden dolayı değil, sevginizden dolayı olsun’ dedi ve kimseyi şerrinden emin olmak için üye olmak zorunda bırakmadı (Eğer sizler gibi yapılsaydı, on yılda değil, sizin gibi bir yılda hormonlu büyürdü).
- Kamu vicdanını yerine getiriyor olmanın temel şartının bağımsız olmaktan geçtiğine inanarak iradesini ipotek altına asla aldırmadı. Siyasi vesayetle yönetilen, genel başkanlarını dahi delegelerinin seçemediği, siyasiler tarafından tokatlanan, kaybettirildiğinde hangi direktifle indirildiği konusunda basına ağlayan, siyasi parti ile organik bağı olan bir sendika olmadı.
- Eğitim-Sen’e karşı mütedeyyin eğitim çalışanlarını, “Bize üye olun ki, komünistler genel yetkili olmasın” diye çağırırken, aynı Eğitim-Sen ile Çanakkale’de ortak açıklama yaparak, “İHL kökenli veya Din Kültürü Ahlak Bilgisi öğretmenleri de idareci oluyorlar ve idareci olunca yeni öğretmen ihtiyacı oluşuyor, dolayısıyla dinci kadrolaşma oluyor” diye aymazlık yapmadı.
- 28 Şubat’ta masalara bildiriler bırakarak, ‘biz devletin derini ile barışığız, bize üye olun, yoksa başınıza işler gelir’ anlamına gelen ahlaksızlıkları yapmadı.
- Postmodern darbe sürecinde ‘5’li Çete’ye karşı çıktığı ve darbecilerin karşısında olduğu gibi, Şener Eruygur’un darbe planlarında darbeye zemin hazırlamak için sokağı ısıtmakta kullanılacak “sendika=ırgat” kodlamasında rol biçilecek hiçbir kirli ilişkinin içinde de olmadı.
- Konfederasyon Genel Merkezini, Şener Eruygur başta olmak üzere 41 darbe heveslisi çeteye açıp ev sahipliği yaparak, Ulusal Birlik Hareketi’ni oluşturup Tuncay Özkan ile Menemen’den Cumhuriyet yürüyüşü diye darbenin ayak seslerini oluşturmaya yeltenmedi.
- Ergenekon lobisinin “Okyanus Ötesi” fobisine katılıp Türk Eğitim-Sen Genel Teşkilat ve Genel Basın Yayın Sekreterliği görevlerini yapmış, şu an MHP Gaziantep Milletvekili Adayı olan Mustafa Kızıklı gibi, “Darbelere destek vardı ama okyanus ötesinden fetva yoktu. Hadlerine de değildi. Peygamber, kelimeyi şahadetten çıkarılmamıştı. …Tüm bunları düşününce gerim gerim geriliyorum. Okyanusa doğru dönüp; hacılarını hocalarını, tüm sivil TARAF’larını ve bize tahsis ettiğin ZAMAN’ını da al ve ülkemden defol” da demedik.
- Bir taraftan Toplu Görüşme Masası’nda memurlar için yüzde 2-3’ün pazarlığını yaparken, diğer taraftan “Kriz varsa, çare de var”, harcayın diye yapılan kampanyalara, memurla dalga geçercesine, katılmadı.
- “Memura toplu sözleşme hakkı verilmelidir” kararı çıkan 2009 Toplu Görüşme Kararı’nın devamı olan Abant Çalıştayı’na katılmaktan son anda vazgeçerek samimiyetsiz davranmadı.
- Toplu Sözleşme Hakkı’nı, askeri vesayetin sonlandırılmasını, yargı reformunu, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını, memura verilen kınama ve uyarı cezalarına yargı yolunu içeren 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu’nda CHP, MHP, DİSK, KESK, KAMU-SEN, YARSAV, ERGENEKON hatta BDP ve KCK ile aynı ipe dizilerek, “Hayır” da demedi.
- Türk Eğitim-Sen Şubesi tarafından yapıldığı gibi, “CHP Teşkilatlarına referandumda moral ve motivasyon” ziyaretlerine de gitmedi.
- İdeolojik saplantıları nedeniyle mücavir alanına yanaşamadığı Başbakan’ın Memur-Sen Kongresi’nde kadro sözü ve talimatı vermesinden endişelenip siyasi reflekslerle ya seçimde bir siyasi partiye yararsa diye sendikal refleks değil, siyasi reflekslerini de ortaya koymadı. Kadro konusu netleştiği ve imza aşamasına geldiği halde, pinokyo resmi ile “Başbakan’ın Sözleşmelilere Kadro Sözü Fos Çıktı” diye Genel Merkez sitesinden de vermedi.
Neyse bu pilav çok su götürür ve bu cümleler devam eder gider. En iyisi ben üç nokta koyayım ve gerisini siz ekleyin.
…
06.06.2011
Ali YALÇIN
Eğitim-Bir-Sen Genel Basın Yayın Sekreteri
o üç noktaya öyle anlamlara gelecek şeyler eklenir ki tehlikeli olmuş sanki Ali Başkan dikkat etseydiniz keşke kötü şeyler yazanlar çıkabilir...