Toplu sözleşme sürecinde sendikamızın izlediği strateji sayesinde bazı makamlarca problem bile sayılmayan, görmezden gelinen, ayrıntı, münferit sorun şeklinde geçiştirilen konular dahi masaya gelmiş, bunların birçoğunda da olumlu ilk adımlar atılmıştır. Bir kısmında ise, en azından farkındalık oluşturulmuştur.
Kabul etmek gerekir ki, yıllarca görmezden gelinmiş, çözüm üretmek yerine pansuman tedbirlerle geçiştirilmiş, birbirinden farklı, mali ve idari yapıdaki çalışan sorunlarının bir kalemde çözüme kavuşturulması mümkün değildir.
Sendikal süreç ve hak mücadelesi, bugünden yarına hemen sonuç almanın mümkün olmadığı meşakkatli ve uzun soluklu bir süreçtir. Ülkemizin sendikal tarihinin önemli bir kesitini işgal eden ve özellikle “demokrasiyi sadece mide meselesi” olarak gören, ideolojik yaklaşımlarla kamu çalışanlarını sağcı, solcu diye ayıran, sendikacılığı apoletlerin gölgesi altında yapan sendikacıların varlığı göz önüne alınırsa, sendikamızın “demokratik hakları, özlük hakların önüne koyan” yaklaşımının önündeki engeller daha net olarak anlaşılacaktır.
Sendikal mücadelemizin önündeki en büyük tehlike ve tehdidin başında, halkın seçtiği hükümetlerin bile elini kolunu bağlayan bürokratik sabotajlar gelmektedir. Ülkemizde oligarşik-bürokratik yapıdan nemalan sözde aydın kesimin yelkenlerine rüzgâr veren bu yapının ıslahı önemlidir. Bu yapı bazen üniversitede genel sekreter, bazen kamuda genel müdür, bazen daire başkanıdır. Unvanları değişse de barikat olma görevi değişmemektedir. Eğer belirli bir odak tarafından yönlendiriliyor ve aynı süzgeci tutuyorlarsa, uygulamanın başında olmaları dolayısıyla halk ve çalışanlar için adeta kâbusa dönebiliyorlar.
Bilindiği gibi, 2012 Yılı Toplu Sözleşme görüşmeleri sonucunda uyuşmazlığın söz konusu olduğu konular Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun önüne gelmiş ve kurul bu konulardaki kararını 29/05/2012 tarihinde vermiş, 31/05/2012 tarihinde de bu kararlar Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kurul kararlarının kesin ve kanun hükmünde olduğu gerçeğinin göz önüne alınması ve bu sorumluluk çerçevesinde hareket edilmesi gerekmektedir. Sendika olarak biz bu bilinçle hareket ederken, kurul kararlarını uygulama noktasında bürokratik direnmelerin olduğunu müşahede etmiş bulunuyor ve bir kez daha bu engellemeleri yapmaya çalışanları uyarıyoruz.
Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararlarının hukuki kaynaklarının başında Anayasa gelmektedir. Bu kararlar, Anayasa ve 4688 sayılı Kanun’dan hareketle alınmış toplu sözleşme niteliği hükmünde olan, normlar hiyerarşisinde 657 sayılı Kanun hükümleri başta olmak üzere kamu personel rejimini düzenleyen kanunla aynı seviyede olan ve kanun hükmü gibi tatbik edilmesi gereken kararlardır. Bu kararların niteliğine göre ilgili mevzuatta değişiklik yapılabilmekle beraber, bu kararların uygulanması bakımından herhangi bir düzenleyici işleme gerek bulunmadan iki mali yıl için doğrudan uygulanması gerekmektedir. Bu iki yıllık mali süre içinde konusuna göre Devlet Personel Başkanlığı, Maliye Bakanlığı veya ilgili bakanlıklar veya kurum ve kuruluşların ilgili mevzuatta değişiklik yapması, demokrasiyle ve ilgili kurumun yasal saygınlığını tanıması ile ilintilidir. Kaynağını Anayasa’nın oluşturduğu ve yasal zeminde varlığını bulmuş olan bu kurulun saygınlığına ise, başta bürokrat olmak üzere hiç kimsenin gölge düşürmeye hakkı ve yetkisi yoktur. Nitekim bu iki mali yılsonunda kazanılmış hak durumunda olan pozisyonlardan daha geriye gidici bir düzenleme yapılmaya çalışılması veya bu yönde uygulamaya gidilmesi, temel insan hakları başta olmak üzere ILO sözleşmeleri ve genel hukuk kurallarına aykırılık teşkil edecektir.
Demokrasi yarışında bu milletin önünü kesmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Hiçbir bürokratın takdir yetkisi Anayasa, yasa, tüzük, yönetmelik ve diğer hukuki düzenlemelerin önünde olamaz veya bunların genişletici amir hükümlerini daraltıcı nitelik taşıyamaz. Demokrasilerde takdir yetkisi, hak ve özgürlükleri genişletici, bireyin hak ve hukukunu koruyucu nitelik taşımak zorundadır.
“Biz istersek olur, istersek alırsınız” şeklindeki feodal derebeyi yaklaşımı veya büyük adam kasıntıları ile etliye sütlüye karışmayan, aman elim yanmasın, sorumluluk almayayım, dava konusu olup mahkeme aracılığıyla gelsin, çalışanlara karşı sendikacıların dolduruşuna gelmeyin gibi sözde uyanık bürokrat yaklaşımlarının ileri demokrasilerde yeri yoktur, olamaz.
Bir üst düzey yöneticinin veya kurulun, “kanun, tüzük veya yönetmeliklere uygun karar veya emirlerini yerine getirmemek veya bunlara uymamak” ve “Yönetimi ile sorumlu olduğu birimin idaresinde ihmalde bulunmak veya mevzuatın verdiği görevleri gereğince yerine getirmemek” fiilleri, yönetim görevinden ayırmayı gerektiren disiplin suçlarıdır.
Yine bu baptan olmak üzere, bu fiiller sonucu kamu zararına veya kişisel zarara yol açanlar, 5237 sayılı Kanun’un 257. maddesinde tanımlı “görevi kötüye kullanma” suçuna sebebiyet vermektedir.
Başbakanlık tarafından yayınlanan 2012/26 ve 2011/2 sayılı genelgelerdeki hükümleri uygulamamak ve bu gizli direnişe, bürokratik iktidarınızı çalışanlarla paylaşmayıp “ben ne dersem o olur” tavırları, sendikacılara karşı tavır olmaktan öte suçtur. Sendikacının sabrı taşarsa, gösterdiği merhamet başınıza felakete dönüşebilir.
Başbakanlık genelgelerine aldırış etmeyen bürokratik barikat yüzünden, toplu sözleşme kararı olan ve Resmi Gazete’de yayımlandığı için yasal zorunluluk hali alan Yüksek Öğretim Kurumları Disiplin Kurullarında sendika temsilcilerinin bulunma hakkı hala birçok yüksek öğretim kurumunda göz ardı ediliyor. Doğrudur, yüksek öğretimde yasal yaptırımlar kamu ile eşdeğer olarak işlemiyor. Ama ortada bir gerçek var; o da, yasal yaptırımlar herkesi bağlıyor. Beyler, unutmayın cesaretiniz felaketiniz olabilir.
Son söz: Cesaretin azı korkaklık ama çoğu çılgınlıktır
Güncelleme Tarihi: 01 Kasım 2012, 00:00