MEMURLARA AYLARCA UMUT DAĞITILMIŞ, SONUNDA...

Türkiye kamu Sen ve Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail koncuk " Toplu Sözleşme masasında tiyatro oynandı" dedi.

MEMURLARA AYLARCA UMUT DAĞITILMIŞ, SONUNDA...
TÜRKİYE KAMU-SEN VE TÜRK EĞİTİM-SEN GENEL BAŞKANI İSMAİL KONCUK   KAMUDAN.COM’A   KONUŞTU.
 
Memur zam pazarlığı sürecinin perde arkasını ilk kez anlattı.
Türk Eğitim Sen olarak hedeflerini, 4+4+4 eğitim sistemine bakışlarını ve öğretmenlere mesajlarını anlattı.

 
“KAMU ÇALIŞANLARI KANDIRILIP ADETA MASADA SATILMIŞTIR
 
Siz aynı zamanda Türkiye Kamu-Sen başkanı olarak toplu sözleşme görüşmelerine katıldınız. Bu görüşmeler sırasında neler yaşandı?
 
Biz baştan beri iddia ediyorduk; Toplu Sözleşme yasası bizleri eski düzenden de geriye götürecektir diye. Nitekim yaşadığımız süreç bizi haklı çıkardı. AKP Hükümeti Toplu Sözleşme masasını dikensiz bir gül bahçesine döndürerek kendisi için sıkıntısız bir süreci inşa etmiştir. Kendi iradesiyle hareket edemeyen bir konfederasyonla da kamu çalışanlarının elini kolunu bağlamıştır. Öyle bir düzen kurulmuştur ki; Memur-Sen’in evet dediğine hayır deme yetkiniz yok. Masadaki diğer iki konfederasyonun üye sayısı Memur-Sen’den fazla olduğu halde KGHK’na başvuru hakları yok. Toplu Sözleşmenin ve KGHK’nun kararları bağlayıcı olduğu için mahkemeye dahi gidemiyorsunuz. Hükümet bir kişiyle yani Memur-Sen’in Başkanı Ahmet Gündoğdu ile Toplu Sözleşme tiyatrosunu kurmuş ve oynamıştır. Hatta bunu o kadar ileri götürmüşlerdir ki, zaman zaman Memur-Sen’in dışındaki sendikalar neden teklif sunuyor gibi gayri ahlaki refleksleri dahi sergilemişlerdir. Böylesine demokrasi edebinden nasibini almamış tavırlara da şahit olunmuştur.
Türkiye Kamu-Sen’in makul ve alt yapısı olan teklifleri kamuoyunda gündem oluşturmuş, fakat masada tiyatronun vasat başrol oyuncuları tarafından dikkate alınmamıştır. Nihayetinde herkesin şahit olduğu üzere “50 yılın toplu sözleşmesini imzalayacağız” diye kasılanlar kanun çıktığından itibaren yapılan en rezil pazarlığın mimarları olarak tarihe geçmişlerdir. İnatla Türkiye Kamu-Sen’in on yıllık pazarlık tecrübesinden faydalanmayanlar, kamu çalışanlarını kandırarak, adeta masada satmışlardır!
 
 
Evet, kamu çalışanları artık şu gerçeği görmüştür: Aylardır iktidarın gücünü pazarlayarak ulufe dağıtan ve istediği tüm hakları alacağını iddia eden bu sendikanın foyası ortaya çıkmıştır. Kamu çalışanlarını temsil kabiliyetine sahip olan Türkiye Kamu-Sen, hak mücadelesinin tek adresidir. Dilerim bundan sonra Toplu Sözleşme masasına yetkili konfederasyon olarak Türkiye Kamu-Sen oturacak ve kamu çalışanları için 2012 yılı acı ve bir daha yaşanmayacak hatıra olarak hafızalara mahkum edilecektir.
 
“MEMUR SEN HAKEM HEYETİ TOPLANTISINA KATILARAK  HÜKÜMETİ SIKINTIDAN KURATARDI”
 
 Siz daha sonra hakem heyetinde de yer aldınız. Ama görüşmelerden çekilmeyi önerdiniz. Bunu hangi gerekçelerle yaptınız?
 
Kamu Görevlileri Hakem Kurulu, Anayasal bir kuruluş olarak işlev görmektedir. Toplu Sözleşme görüşmelerinin uzlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine Kurula başvurulmuş ve beş günlük çalışma süreci başlamıştır. Kurula Konfederasyonumuzu temsilen Genel Sekreterimiz Önder Kahveci katılmıştır. Ancak Kurul toplantılarının daha başlangıcında işveren tarafının ortaya koyduğu yaklaşımın yetersiz olduğunu gördük. Hükümetin getirdiği teklif, Toplu Sözleşme masasına getirdiği son tekliften dahi düşüktü. Yani Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun beklentileri karşılayacak bir neticeye ulaşmayacağı alenen belliydi.
Bunun üzerine biz hem KESK hem de Memur-Sen’e şu teklifi götürdük: “Gelin toplantılara katılmayalım. Mevzuata göre kurul 8 kişiyi bulamazsa karar alma yetisini kaybeder. Böylece Hükümetin kabul edilemez komik teklifi kurul kararı olarak çıkmamış olur. Kamu çalışanlarına hakaret olan bu komik zam teklifini kurul kararı olarak çıkartarak Hükümetin elini rahatlatmayalım. Kurulda Hükümetin istediği kararı çıkartacak sayısal çoğunluğu var. Hükümet ‘Biz ne yapalım, KGHK’nun kararını yasal olarak uygulamak durumundayız. Bunun üzerine farklı bir uygulama yapma şansımız yok’ diyerek bu kurulun kararı arkasına saklanacaktır. Buna yol vermeyelim. Kurul karar almazsa top Hükümetin kucağında kalacaktır.”
Fakat bu çok makul önerimize Memur-Sen olumlu yaklaşmayarak toplantıya katılmıştır. Ve Hükümeti bilerek ya da bilmeyerek büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştır. Eminim ki, eğer bu toplantı yapılmasaydı ya Hükümet, daha fazla zam vermek durumunda kalacak ya da bugün yaşanan gerginliği tüm sıkıntısını üstlenecekti.
 
“HAKEM HEYETİ ZAM OYLAMSINDA NELER YAŞANDI”
 
 Hakem heyetinde oy tartışması yaşandı. Memur Sen’in önerdiği üye neden hükümetin önerdiği zam yönünde oy verdi. Sonrasında neler yaşandı O gece neler oldu?
 
Memur-Sen’in kurul toplantısına katılması bizim kurgumuzu işlemez hale getirdi. Çünkü bizim ve KESK’in sayısı kurulu işlemez hale getirecek çoğunluğa sahip değildi. Memur-Sen formülü bozdu, biz de bunun üzerine toplantıya iştigal ettik. İyi ki de etmişiz. Orada Memur-Sen’in akademisyen temsilcisinin Hükümetin 4+4 zam teklifine EVET oyu verdiğini deşifre etme imkanımız oldu. Bütün kamu çalışanları Memur-Sen’in hem masada hem de sahada kimin yanında tavır geliştirdiğine şahit oldu.
O akşam saat 18:30 sıralarında zam oranının oylaması yapıldı. O oylamaya Memur-Sen temsilcisi akademisyen üye evet oyu verdi. Fakat bu haberin kamuoyuna yansımasıyla büyük sıkıntı yaşanması üzerine Memur-Sen’in tazyikiyle akademisyen üyesi gecenin ilerleyen saatlerinde oyunu geri çekmek durumunda kalmıştır. Memur-Sen’in kapı kapı gezdirdiği ve “bizim temsilcimiz şerhli olarak imza atmıştır” dediği belge ise 4+4 oranına dair değil, Toplu Sözleşme metninin tamamına yönelik düzenlenen metnin tutanağıdır. Yani zam oranının oylanması esnasında Doç. Dr. Aydın Başbuğ evet oyu vermiştir. Zaten Başbuğ’un memurlar.net sitesindeki kendi açıklaması da bu anlattıklarımı doğrulamaktadır.
Sayın akademisyenin bir haber sitesinde yayınlanan röportajında Hükümetin teklifine evet oyunu verdiğini itiraf etmesine rağmen Memur-Sen ve sayın başkanının hala bunun aksini iddia etmeleri ve bizi suçlamaları da ahlak felsefecilerinin irdelemesi gereken patolojik bir tutumdur diye düşünüyorum
 
Memur zammı görüşmelerinde Memur-Sen’in tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Memur-Sen’in Toplu Sözleşme sürecini yönetemediği aşikar bir şekilde görülmüştür. Memur-Sen’in böylesine ciddi bir süreci yürütecek liyakatli kadrolara ve bilgi birikimine sahip olmadığı ortaya çıkmıştır. Toplu Sözleşme kabiliyeti, iktidarla kurulan ahbap çavuş ilişkisinden çok farklı bir meziyettir. Siyasi iktidara sırtını dayayarak, verilen sözlere itibar ederek, çalışanların tepkilerini yumuşatarak, yapılan eylemleri sabote ederek hak elde etmek mümkün değildir. Bunu yaşayarak en iyi anlayan sanırım Memur-Sen’dir. Bizim ortak eylem çağrılarımıza cevap vermeyen, masaya yönelik ortak strateji tekliflerimize dahil olmayan ve adeta Hükümeti sıkıştıracak manevralardan ısrarla kaçınan Memur-Sen çok başarısız bir süreç yaşamıştır. Bu kanaat sadece bizim değil Memur-Sen üyelerinin de ortak düşüncesidir sanırım. Bu yıl yapılan toplu pazarlık süreci çok kurnaz bir iktidarla çok acemi bir konfederasyonun beşinci sınıf bir tiyatrosu olarak tarihe geçmiştir. İnşallah kamu çalışanları bu zulümü bir daha seyretmek zorunda kalmayacaktır.
 
 
“REZİL VE ZAYIF BİR TOPLU SÖZLEŞME OLDU”
 
Memurlar zammın ötesinde çeşitli haklar aldı. Siz memurların elde ettiği sosyal hakları yeterli buluyor musunuz?
 
Kamuoyuna yansıtıldığı şekilde memurlarımız Toplu Sözleşme sürecindeki rezillikleri örtecek düzeyde haklar alamadı maalesef. Basında yer alan haberlerin çoğu Memur-Sen tarafından şişirilerek yazdırılan ve büyük çoğunluğu da bir hizmet kolundaki sınırlı sayıdaki çalışanı etkileyen sınırlı kazanımlarıdır. Şunu tekraren ve yüksek sesle ifade ediyorum: 2012 Yılında yapılan görüşmeler, bugüne kadar yapılan toplu pazarlıkların en rezili ve zayıfıdır. Bunun sorumlusu da iktidarla kol kola gezmeyi marifet olarak kabul eden ve böylece mesafe alabileceği yanılgısına düşen konfederasyondur.
 
Sizce Memura verilen düşük zammın arkasındaki gerçekler nelerdir? Sendikalar olarak yeterli baskıyı kuramadınız mı?
 
Hükümetin yetkili konfederasyonla yapmış olduğu rol paylaşımı sürecin bu şekilde tamamlanması için yeterli olmuştur. Öte yandan özellikle Türkiye Kamu-Sen’in ortaya koyduğu eylemlilik sürecinin Hükümet üzerinde etkisinin olmadığını düşünmek gerçekci değildir. Bakın 23 Mayıs’taki iş bırakma eyleminden sonra sayın Başbakanın akla ziyan açıklamaları bunun göstergesidir. Eyleme 500 bin öğretmenin katılmış olmasını sayın Başbakan öğretmenlere hakaret ederek karşılamıştır. Etkili sendikal mücadelenin siyasi iktidarlar üzerinde baskı oluşturmaması mümkün değildir. Ancak daha önce de dediğim gibi al gülüm ver gülüm bir pazarlığı esas almış olan bir Toplu Sözleşme kanunu Hükümetin elini baştan rahatlatmış idi. Düşünsenize Bakan çıkıyor eylem yaptığı için bir sendikayı adeta fırçalıyor. Akabinde iki büyük konfederasyonun aldığı iş bırakma kararına Memur-Sen korkusundan dahil olamıyor,  bağlı bir sendikası da son dakikada dahil olmak zorunda kalıyor. Bundan dolayı 2012 yılı Toplu Sözleşmelerinin sonuçlarının tek sorumlusu Memur-Sendir. Hükümetin işi vermemeye çalışmak, sendikanın işi almaya çalışmaktır. Burada Hükümet işini yapmış ancak yetkili konfederasyon işini yapma becerisini gösterememiştir.
 
Türk Eğitim Sen olarak hedefleriniz nelerdir?
 
Türk Eğitim-Sen kurulduğu günden beridir eğitim çalışanlarının hak mücadelesinin öncüsü olmuştur. Sendikamız için öncelik her zaman; siyasetin ve bürokrasinin rengi ne olursa olsun, eğitim çalışanlarının beklentileri ve gerçekleri olmuştur. Bu ilkemizden hiç bir zaman taviz vermedik. Dolayısıyla Türk Eğitim-Sen’in hedefleri de bu ilke çerçevesinde şekillenmektedir. Biz sendika olarak daima eğitim çalışanlarının ekonomik, sosyal ve mesleki koşullarının iyileştirilmesi ve hak ettiğini elde etmesini kendimize hedef olarak belirlemişizdir.
Ülkemizin emek gücünün ürettiği ekonomik değerden hak ettiğimizi almak her zaman hakkımızdır. Ve bu hakka sahip olmak da her daim hedefimizdir.
Tabiî ki biz, sadece ücret sendikacılığı yapan eski moda sendikalardan değiliz.
Eğitim sistemimizin ihtiyaçları doğrultusunda da teşkilatımızın katkılarını en üst düzeyde muhataplarımıza sağlamaya da gayret göstermekteyiz. Bu amaçla sürekli olarak çalışanların görüşlerini ve sendikamızın bilgi birikimini resmi ve özel düzlemlerde gündeme getirmeye çalışıyoruz. Eğitim sistemini, çocuklarımızın geleceğini ilgilendiren konularda da sendikamız çok önemli bir paydaş olarak üzerine düşeni her zaman yerine getirmektedir.
Türk Eğitim-Sen sadece sendika değildir. Aynı zamanda bir sivil toplum kuruluşudur. Bir parçası olduğu Türk toplumunu ilgilendiren gelişmede toplum adına taraf olmakta ve milletimizin his ve düşüncelerinin tercümanı olarak milli bir inisiyatif kuruluşu olarak gündeme gelmektedir. Sendikamız bu anlamda önemli bir hedefe matuf işleve sahip olduğunun her zaman bilincindedir.
 
Türk Eğitim-Sen, Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri Kolu’nda etkili ve toplumun herkesimi tarafından itibar gören bir sendikadır. Artık gelinen noktada eğitimle şu ya da bu şekilde ilgili olan herkes için sendikamız muteber bir kuruluş olarak ilk akla gelen adrestir. Türk Eğitim-Sen’den yükselen ses, konunun ilgili tüm tarafları açısından dikkatle takip edilmektedir. Geçen yılın resmi rakamlarına göre, hizmet kolumuzda en çok üyeye sahip sendika bir başka yapıdır. Ancak inanıyorum ki, sendikamız geçen yıl emaneten kaybettiği yetkiyi yeniden alacak ve önümüzdeki Toplu Sözleşme sürecinde masada eğitim çalışanlarının sesi olacaktır.
 
 
“ÖĞRETMENLERİ 30 HAZİRAN’DA MEYDANA BEKLİYORUZ”
 
Siz sendika olarak öğretmenler için neler yapıyorsunuz?
 
Türk Eğitim-Sen Milli Eğitim Bakanlığı, Üniversiteler ve YURTKUR çalışanların tamamının sesi olarak mücadelesini yürütmektedir. Bu kurumlara bağlı işyerlerinde görev yapan; hizmetli, memur, şoför, teknisyen, öğretmen, akademisyen, idareci..vs. her kadrodaki çalışan kendini Türk Eğitim-Sen’de bulmaktadır. Sendikamız hizmet kolundaki bütün çalışanların sesi ve gücü olarak ilgili merciler nezdinde mücadelesini tavizsizce yürütmektedir.
Bütün çalışanlar için olduğu gibi öğretmenlerimiz sözkonusu olduğunda da sendikamız etkili bir mücadele ortaya koymaktadır.
Öğretmen alımından öğretmenlerin nakil ve atamalarına, ek ders ücretlerinden sevk ve rapor işlemlerine, özür grubu tayinlerinden kariyer planlamalarına, müfredatların hazırlanmasından bürokrasi ve siyasetçilerle ilişkilerine kadar sayabileceğimiz daha nice iş ve işlemlerde sendikamız onlar adına taraf olmaktadır. Sendikamız öğretmenlerimizin beklentilerinin karşılanması ve sorunlarını giderilmesi için her imkanı kullanmaktadır: Medya çalışmaları, hukuki mücadeleler, resmi muhataplar nezdinde yürütülen çalışmalar, eylemler, etkinlikler ve mitingler… Bu anlamda Türk Eğitim-Sen çok önemli bir görevi ifa etmekte ve öğretmenlerimizin teveccühüne mazhar olmaktadır. Nihayet burada son olarak şunu belirtebilirim ki, 30 Haziran’da Ankara’da özür grubu tayinlerinin yapılması talebiyle etkili bir eylem gerçekleştireceğiz. Bütün meslektaşlarımızı eyleme destek veremeye davet ediyorum.
 
 
Öğretmenlerin ek ödeme için bir umudu daha var mı?
 
Ek ödeme konusunda bir hayli performans ortaya koyduk. Ek ödeme oranlarında değişiklik yapıldığından sonra 23 Kasım’dan itibaren iki buçuk ay boyunca her hafta eylem yaptık Belli bir kamuoyu da oluşturduk. Hatta diyebilirim ki, iktidar partisinin bazı mensupları nezdinde bile, bu yeni durumun, bazı yeni haksızlıklara neden olduğu kanaatini oluşturduk. Ancak Memur-Sen’in yanlış stratejisi ile pazarlık masasında bu konu ve daha bir çok hususta kazanım elde edemedik. Ancak bundan sonra da mücadelemiz devam edecek tabiî ki. Hakkımızı alıncaya kadar sesimizi kısmayacağız.
 
Öğretmenlere vermek istediğiniz mesajlarınız var mı?
 
Meslektaşlarımıza vereceğim en önemli mesaj haklarına sahip çıkmaları gerekliliğidir. Bunun da yolu örgütlü sendikal mücadeledir. Artık sendikal mücadelenin dışında yer almak bir kamu çalışanı için hem de bir öğretmen için düşünülmesi mümkün olmayan bir gereklilik olmalıdır. Bizler öğretmen olarak, öğrencilerimize sadece okuma yazmayı dört işlemi öğretmiyoruz. Onlara hayat karşısında karşılaşacakları zorluklar ve haksızlıklarla mücadele etmeyi de öğretiyoruz. Dolayısıyla kendi hak mücadelemizin dışında kalmak bir öğretmene yakışan tavır değildir. Bu noktada meslektaşlarımızın dikkatini çekeceğim bir diğer hususta; sendikal tercihlerini yaparken doğru tercihi kaçırmamalarıdır. Doğru tercih; hiçbir zaman ve zeminde mücadelesinden taviz vermeyen, zamana ve iktidarın rengine göre duruşunu değiştirmeyen sendikalara destek vermektir. Aksi tutumların kamu çalışanlarını hangi noktaya sürüklediğine bu sene yapılan Toplu Sözleşme görüşmeleri ibretlik bir örnek olmuştur sanırım.
 
Şimdi yetki ile ilgili sendikaların çalışması var. Sizin bu döneme ilişkin vermek istediğiniz mesajlar var mı?
 
Kamu çalışanları bu seneki Toplu Sözleşme sürecinde Memur-Sen’den ümitlerini kesmişlerdir. Bundan dolayı da sorumlu tuttukları sendikalardan istifa ederek tavırlarını göstermektedir. Ama tabii ki istifalar otuz gün sonra işleme geçtiği için yetkiye esas olan Haziran kesintilerine yansımayacaktır. Ancak inanıyorum ki bazı hizmet kollarında Türkiye Kamu-Sen’e bağlı sendikalarımız daha önce kaybettikleri yetkiyi alacaktır. Bunun ötesinde ise önümüzdeki yıl içerisinde kamu çalışanlarının artık sarı sendikacılığa prim vermeyeceğine inanıyorum. Yine inanıyorum ki, 2013 yılında yapılacak Toplu Sözleşmeye Türkiye Kamu-Sen yetkili konfederasyon olarak oturacak ve gerekeni yapacaktır.
 
 
“4+4+4 UCUBE BİR  EĞİTİM SİSTEMİDİR”
 
 Siz 4+4+4 eğitim sistemi ile ilgili sendika olarak ne düşünüyorsunuz?
 
Yeni sistemin içeriğine değinmeden önce kanunun hazırlık sürecinden bahsetmek gerektiğini düşünüyorum.
 
Öncelikle şu gerçeği belirtmeliyim ki; eğitim sistemimizde çok radikal bir değişiklik olan 4+4+4 sisteminin hazırlık aşamasında; eğitimcilerin, sosyal tarafların ve hatta Milli Eğitim Bakanlığı’nın dahi görüşleri sürece dahil edilmemiştir. Süreç, tamamen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin mutfağında kotarılmış, TBMM safhasında ise iyi niyetli ve yapıcı eleştiri ve görüşler duymazdan gelinmiştir. 28 Şubat döneminin dayatmacı üslubunu eleştiren iktidarın, yeni yasayı hazırlama sürecinde takındığı tavrın da 28 Şubatçıların tutumundan faklı olmadığını söylemek doğru olacaktır. İleri demokrasi savunucusu iddiasında olanların, farklı görüşlere ve iyi niyetli eleştirilere kulak tıkaması, yok sayması kabul edilemez bir demokrasi ayıbıdır. 
Yeni durumun içeriyle ilgi olarak;
Öncelikle, 28 Şubat sürecinde bir ucube olarak ülkemize dayatılan kesintisiz eğitimin sonlandırılmış olması önemli bir gelişmedir. Zaten biz de sendika olarak o dönemde sekiz yıllık kesintisiz eğitim sisteminin pedagojik olmadığı gerekçesiyle karşı çıkmış, yedi yaşındaki çocuklarla on dört yaşındaki öğrencilerimizin aynı mekanlarda bulunmalarının gelişimleri açısından faydalı olmayacağını savunmuştuk. Bu açıdan kesintili eğitimin tekrar getirilmiş olması yeni sistemin olumlu yanlarından bir tanesidir. İmam Hatip okullarının orta kısımlarının açılması ve Kuran-ı Kerim ve Hz Peygamberin hayatının seçmeli ders olarak okutulacak olması da yeni yasanın desteklediğimiz unsurlarıdır. Zaten sendikamız TBMM’de oluşturulan alt komisyon çalışmasında sunduğu raporda da bu hususları teklif etmiş bulunmaktaydı. Türk Eğitim-Sen olarak biz iddia ediyoruz ki; din eğitimi toplumsal bir ihtiyaçtır. Devlet, bu toplumsal ihtiyacı karşılayacak kamu hizmetini sunmakla mükelleftir. Devletin bu hizmeti sunacak olması, toplumda sağlıksız din algısı oluşturabilecek olan merdiven altı eğitimleri sonlandıracak ve din adına toplumu yanlış yönlendiren unsurları engelleyecektir. Bu nedenle imam hatip orta okullarının açılması ve din eğitiminin seçmeli ders olarak müfredata konulması yeni sistemin olumlu getirilerindendir.
 
Yeni sistemde okul öncesi eğitimin zorunlu eğitim kapsamı dışında bırakılmış olması ise kabul edilemezdir. Milli Eğitim Bakanlığı 2006 yılından itibaren kademeli olarak 71 ilde okul öncesi eğitimini zorunlu eğitim kapsamına almış iken, yeni sistemde bunun göz ardı edilmiş olması iktidar açısından ciddi bir çelişkidir. Bu çelişki ise ne iktidar ne de Bakanlık yetkilileri tarafından topluma izah edilememiştir. Korkarız ki, okul öncesinde yüzde yüz okullaşma oranını hedeflemiş olan ülkemiz bu hususta ciddi hayal kırıklığı yaşayacaktır.
 
İlkokul eğitiminin 5 yıldan dört yıla düşürülmesi de gerekçesi anlaşılamayan bir başka arazdır. Ülkemizin seksen yıla dayanan 5 yıllık ilkokul tecrübesi varken; öğretmenlerimiz bu tecrübeye binaen yetiştirilmiş, fiziki alt yapımız ve programlarımız buna göre hazırlanmışken neden 4 yıla indirildiğini kimse anlayabilmiş değildir. Seksen yıldır başarıyla yürütülen birikim bir çırpıda çöpe atılmıştır. Ayrıca İlkokulun beş yıldan dört yıla indirilmesiyle 50 binin üzerinde sınıf öğretmeni norm kadro fazlası olacaktır. Bu kadronun mağduriyetinin nasıl giderileceği hususunda da henüz bir açıklama yapılmış değildir. Bakın Haziran ayına geldik hala öğretmenlerin nakil ve tayinleriyle ilgi bir çalışma sonlandırılmış değildir. Öğretmenlerimiz, önümüzdeki öğretim yılında ne halde olacakları hususunda en ufak fikir sahibi değildir. Cumhuriyet tarihimizdeki bir ilki yaşatan ve altı ay geçmesine rağmen maaş zamlarını veremeyen AKP Hükümeti; sanırım yine bir ilke imza atacak ve öğretmen nakillerini yapamayacaktır. Tabii ki, olan yine mağduriyet yaşayacak binlerce öğretmenimize olacaktır. Bu durum Bakanlık için tarihi bir ayıptır.
 
Ayrıca diğer yandan orta okulun üç yıldan dört yıla çıkarılmasıyla da %30 oranında branş öğretmeni ihtiyacı doğacaktır. Sayın Bakanın TBMM’de soru önergelerine verdiği cevaba göre, eski sistemde dahi 126 bin öğretmene ihtiyacımız vardır. Peki yeni durumla ortaya çıkacak öğretmen açığı nasıl kapatılacaktır?
 
Bakanlık fiziki koşulları uygun olan okullarda kademelerin ayrı binalarda; uygun olmayan okullarda da ikili öğretim şeklinde eğitim vereceğini duyurdu. Ülkemizdeki okulların neredeyse tamamı fiziki koşulları bakımından ayrı binalara sahip değildir. Yani büyük çoğunluğunda Bakanlığın dediği gibi sabah orta okullar öğleden sonra ilkokullar eğitim görecektir. Yani 66 aylık çocukla 13 yaşındaki öğrencimiz aynı sırada oturacak, aynı lavaboda hizmet görecek, aynı tahtanın önünde ders alacak! Fiziki gelişimleri birbirinde çok farklı olan bu çocuklarımızın yaşayacağı sıkıntıları anlatmaya bile gerek duymuyorum. Ayrıca Bakanlığın yayınladığı genelgede köy okullarının da eğitime açılabileceği belirtiliyor. Şu an binlerce köy okulunun atıl ve eğitim öğretim hizmetine hiç uygun olmayan durumda olduğunu göz önüne alırsak, Bakanlığın bu değerlendirmesinin çok da gerçekci olmadığı görülecektir. Bu okulların tekrar eğitime açılabilmesi için çok ciddi fiziki alt yapı tadilatı ve önemli sayıda öğretmen ataması gerekmektedir. Fakat bu anlamda MEB’in hiçbir planlaması ve çalışması olmadığı düşünülürse, uygulamanın ne kadar acemice ve aceleci bir şekilde hayata geçirildiği bir kez daha anlaşılacaktır.
 
Okula başlama yaşının düşürülmesi de bir diğer handikaptır. Sendika olarak 60 ayını dolduran çocuklarımızın ilkokul birinci sınıf eğitimi için erken yaş olduğunu baştan beri savunmuş ve şunları söylemiştik: Bu çağdaki çocukların kas sinir koordinasyonu henüz yeterli olgunlukta değildir. Hali hazırdaki uygulamada dahi, 72 ayını doldurmuş olmasına rağmen yaklaşık % 5 oranında çocuğumuzun yeterli kas gelişimine sahip olmadığı için okul öncesine yönlendirildiği de yaşadığımız bir gerçektir. Öte yandan 72 ayını dolduran 1.400.000 öğrencimizin yanı sıra, 60-72 ay dönemindeki 1.250.000 çocuğumuzu daha eklediğinizde derslik sayımız ve fiziki alt yapımız bu talebi karşılayamayacaktır. Bundan dolayı 60-70 kişilik sınıflarda verimli bir eğitim hizmeti sunulamayacaktır. Öte yandan; bu çağ döneminde çocukların fiziksel ve bilişsel gelişimleri arasında 1 ayın bile önemli farklar oluşturduğu bir gerçektir. Dolayısıyla 60 aylık bir çocukla 72 aylık bir çocuğun aynı sınıfta eğitim almasının getireceği pedagojik arazların nasıl önleneceği/giderileceği de bir başka ciddi sorundur.
 
Nitekim iktidarın yasayı inatlaşarak çıkarmasından sonra Milli Eğitim Bakanlığının kucağına atmasında sonra yapılan çalışmalar haklı olduğumuzu göstermiştir. Ve Bakanlık yasa 60 ay demesine rağmen, 1 Eylül itibariyle 66 ayını dolduran çocuklarımız için okula başlamayı zorunlu tutmuş ve 60-66 ayı isteğe bağlı hale getirmiştir. Zaten eski sistemde de 31 Aralık itibariyle 72 ayını dolduran, yani Eylül itibariyle 69 ayını dolduranlar okula başlıyordu. Yani Mili Eğitim Bakanlığı hem pedagojik yanlışı görmüş hem de ortaya çıkacak derslik açığını aşamayacağını anlamış ve aslında okula başlama yaşını 3 ay aşağıya indirebilmiştir. Ancak bu düzenleme bile ailelerin tedirgin olduğu sıkıntıların yaşanmasına engel olmaya yetmemiş, veliler hala önümüzdeki öğretim yılında ne yapacakları hususunda kararlarını verebilmiş değillerdir.
 
Hükümet ve Milli Eğitim Bakanlığı kervan yolda dizilir gibi ilkel bir anlayışla eğitim sistemimize müdahale etmektedir. Bir eğitimci olarak bu mantığın hem eğitimimize ve hem de dolayısıyla toplumumuzun geleceğine ciddi tahribatlar vereceğini görüyor ve üzülüyorum. Pek ümitli olmasam da Bakanlığın bundan sonra eğitimle ilgili yapacağı çalışmalarda sosyal tarafların ve eğitimcilerin görüş ve değerlendirmelerini almasını bekliyorum.  
 
Bakanlığın yapması gereken; inadından vazgeçmesi ve ülke gerçeklerine göre hareket ederek uygulamayı kademeli olarak hayata geçirmesidir. Okullarımızın fiziki alt yapısı hazırlanarak ve öğretmen ihtiyacı ve dağılımı ihtiyaca göre belirlenerek yeni sistem uygulamaya geçirilmelidir.
 
TÜRKİYE’DEKİ MEMUR SENDİKACILIĞINA NASIL BAKIYORSUNUZ ?
 
 
Sayın Genel Başkan Türkiye’deki memur sendikacılığını değerlendirebilir misiniz?
 
Biliyorsunuz sendika kanunu 2001 yılında kabul edilerek yürürlüğe girdi. 1989 yılında vakıf hareketiyle başlayan hak mücadelemiz, 1992 yılında sendikalaşarak olgunluğa erişmiştir. Kanunumuzun çıktığı 2001 yılına kadar büyük ve fedakar bir mücadele ortaya koyduk. Yasal bir zemine sahip olmadığımız halde yüz binlerle birlikte çok etkili eylemler gerçekleştirdik. Zamanın Hükümetleri üzerinde ciddi bir baskı unsuru haline geldik. Ve bu etkili mücadele neticesinde, tam anlamıyla istediğimiz gibi olmasa da, önemli bir mevzi kazanarak 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu’nun çıkarılmasını sağladık.
Kamuoyunun çok iyi takip ettiği üzere memur sendikaları bu kısa geçmişi süresince çok ciddi bir mesafe katetmiş bulunmaktadır. Neredeyse yetmiş yıla yakın bir geçmişe sahip olan işçi sendikacılığı kadar ve hatta ondan da fazla bir etki alanı oluşturmuş durumdadır. Bugün memur sendikalarının hem bürokrasi, hem siyaset ve hem de çalışan kesim üzerindeki etkisi tartışılmaz bir şekilde kabul gören bir vakıadır. Tabii ki bu süreçte konfederasyonumuz Türkiye Kamu-Sen’in emeği ve katkısı tartışılmazdır. Her dönemde siyasetin ve bürokrasinin rengine bakmadan etkili mücadelesinden taviz vermeyen sendikamız büyük bir görev ifa etmiştir.
Uzun olmasa da belli bir tecrübe ye sahip olan sendikalarımızın henüz istenen düzeye geldiğini söyleyemeyiz tabii ki. Bir kere sendikalaşma oranında hala beklediğimiz noktaya ulaşamadık. 2011 Resmi rakamlarına göre ülkemizdeki çalışanların %43’ü henüz bir sendikaya üye olmamıştır. Bu ciddi bir handikaptır. Sendikal mücadeleyle geçen 10 yıllık sürede önemli kazanımlar sağlamış olunmasına rağmen hala kimi meslektaşlarımızın bu yapıya dahil olmaması kabul edilir bir şey değildir. Bakın sadece hak arama gayreti dahi ciddi bir kazanımdır. Türk memuru, memur sendikaları sayesinde hakkını aramayı öğrenmiştir. Sendikalardan önce bürokrasi-memur ilişkisi padişah-teba ilişkisi düzeyinde idi. Ama artık öyle değil. Dün amirine itiraz etmekten dahi korkan pek çok memur bugün hak gaspı sözkonusu olduğunda muhatap olduğu yönetici kim olursa olsun hakkını korumanın mücadelesi içinde olmaktadır. Düşünün nerden nereye gelmişiz. Artık memur sendikaları çalışma hayatının göz ardı edilemeyen önemli bir unsuru haline gelmiştir. Gelinen nokta küçümsenemez. Tabiî ki henüz aşılamayan hususlarda var. Bir kere çalışanların sendikal bilinci ve örgütlenme arzusundaki yetersizlik önemli bir sorun olarak önümüzde durmakta. Nerdeyse çalışanların yarıya yakınının sendika üyesi olmaması bu durumun somut göstergesidir. Öte yandan yöneten kesimin de sendikalara karşı olumsuz yaklaşımlarını görmekteyiz. Bürokrasi ve siyasetteki yönetici kesim, maalesef sendikaları kendilerine kuma gibi görmektedirler. Sendikalarla muhatap olmayı, işbirliği yapmayı adeta yetkilerini paylaşmak gibi algılıyorlar. Bundan dolayı da her fırsatı sendikaları törpülemenin bir aracı olarak değerlendiriyorlar. Bu ciddi bir handikaptır. Diğer taraftan Hükümet edenler “ben bilirim siz uygularsınız” ilkel mantığından bir türlü kurtulamamışlardır. Demokrasinin tüm kurul ve kurallarıyla işletilememesinden kaynaklanan bu durum, 21. yüzyılın Türkiye’sine hiç yakışmamaktadır. Ülkemiz bu ayıplı görüntüden artık kurtulmalıdır. Tabii ki, bu süreçte en büyük sorumluluk da siyasetçilere düşmektedir. Zaten, sendikalarımız bu demokratikleşme sürecinin en büyük sağlayıcılarındandır. Dilerim bu olgunlaşma sürecini ülkemiz en kısa sürede tamamlar. Sendikal yapıların çalışma hayatında hak ettiği yeri alması, inanın, bizden daha ziyade ülkemizin geleceği için çok faydalı sonuçlara vesile olacaktır.
 
Sendikaların iktidarla işbirliği yapması normal midir? İşbirliği yapılacaksa sınır ne olmalıdır?
 
Ülkemiz siyaset kurumuyla idare edilmektedir. Dolayısıyla bir taraf  olarak sendikaların ülkeyi idare eden iktidarla ya da kamu kurumlarını yöneten bürokrasiyle ilişki içerisinde olması, işbirliği yapması çok doğal bir durumdur. Buna diyalog diyoruz. Ancak bu ilişki ve işbirliğini bir biat olarak algılamak ve bu çerçevede yürütmek kabul edilebilir bir durum değildir. Sendikalar, varlıklarını, temsil ettikleri kesim üzerine bina etmelidir. Bunun dışında siyasetin veya bürokrasinin gücü üzerine inşa edilen sendikal bir yapının sendika literatüründeki sıfatı “Sarı Sendikacılıktır”. Dolayısıyla ülkemizde zaman zaman kamu çalışanlarının hak mücadelesi için siyasetle işbirliği yapmayı; kayıtsız şartsız siyaset kurumuna teslimiyet ve iktidara biat etmek gibi algılayanlar çıkmaktadır. Ama böylesi bir sürecin sonu her zaman hezimet ve utançtır. Nitekim son Toplu Sözleşme süreci kimi sendikalar için bu durumun çok somut bir göstergesidir.
 
Sendikal rekabet ne anlam ifade ediyor?
 
Demokrasinin olduğu bir ülkede her sosyal ve siyasal harekette olduğu gibi sendikal alanda da alternatiflerin olması bir gerekliliktir. Dolayısıyla ülkemizde de her hizmet kolunda birden fazla sendikanın bulunması, ülkemizin demokrasi ve çalışma hayatı için olumludur. Bu durum sendikal rekabeti doğurmakta ve bu da daha iyiye ulaşmak için sendikaları zorlamaktadır. Bu açıdan sendikal rekabet iyidir ve olmalıdır. Ancak ülkemizde zaman zaman  rekabet adına nahoş durumlarla da karşılaşmıyor değiliz tabii ki. Özellikle siyasi iktidara sırtını dayayanların, sendikal rekabet adına, siyasetin ve bürokrasinin gücünü kullanarak etki alanı oluşturmaya gayret ettiklerini görüyoruz. Çalışanların, tehditler ve ikbal teklifleriyle sendikal tercihe zorlanmaları aslında bir sendikal rekabet değil; sendikal bir ahlaksızlıktır. Maalesef bu ahlaksızlığa dair sayısız örneklere son on yılda ziyadesiyle şahit olmaktayız. Bu kabul edilebilir bir tavır değildir. Böylesi bir tavrın da ülkemizde palazlanıyor olması hem milletimiz hem de çalışanlar adına utanç verici bir durumdur. Dilerim kısa sürede bu zillete son verir ve sendikal rekabeti çalışanlara daha fazla kazanım elde etme mücadelesi olarak seviyeli bir şekilde yaşarız.
 
Güncelleme Tarihi: 12 Haziran 2012, 00:00
YORUM EKLE
YORUMLAR
derviş
derviş - 12 yıl Önce

sn.gn.başkanım ağzınaa sağlık çok doğru söylüyorsun..

atıf
atıf - 12 yıl Önce

mevcut sendikacıların içinde ismasil koncuğu tek geçerim adam işi biliyor,sendikasına üye olacağım

nevzat özden
nevzat özden - 12 yıl Önce

sanki siz sözleşme yapsaydınız daha fazlamı alacaktınız,bundan fzla vermiyorum diyor.....

cemiloğlu
cemiloğlu - 12 yıl Önce

Sayın Başkan teşekkürler, sizi sonuna kadar destekliyorum.Her memur sizi desteklemelidir, aksi takdirde kaybeden memur olacaktır.Sarı sendikacılığa memurlar prim vermemelidir.Söylediklerinize katılmamak mümkün değil.

cemiloğlu
cemiloğlu - 12 yıl Önce

Sayın Başkan teşekkürler, sizi sonuna kadar destekliyorum.Her memur sizi desteklemelidir, aksi takdirde kaybeden memur olacaktır.Sarı sendikacılığa memurlar prim vermemelidir.Söylediklerinize katılmamak mümkün değil.

SIRADAKİ HABER