Türkiye’nin her bölgesinden gelerek Genel Kurul’a katılım sağlayan Eğitim-İş delegasyonu, hem özgürce eleştirilerini ve taleplerini dile getirmiş; hem de barış içinde bir kurultay gerçekleştirmiştir. Örgütün tamamının mücadelede “birlik” kavramını öne çıkarması, yeni seçilen MYK’ya bu konuda ciddi bir sorumluluk yüklemektedir.
Eğitim-İş olarak, Türkiye öğretmen hareketinin hafızasında bulunan devrimci kayıtların mirasını taşıyoruz. Encümen-i Muallim ve istibdata başkaldırı, Muallimler Birliği ve Ulusal Bağımsızlık, TÖS ve devrimci eylem, TÖB-Der ve sınıfsal mücadele ve son olarak ilk Eğitim-İş ve 80 darbesine direniş, sorumluluğumuzun kodlandığı tarihsel öğretiler olarak önümüzde durmaktadır.
1950 Karşı-Devrim sürecine bağlı olarak geliştirilen dinselleştirme ve özelleştirme programları, bugün her alanda olduğu gibi eğitimde de artan şekilde uygulanmaya devam ediyor. Cumhuriyet adına yaratılan bütün değerler ve kurumlar söküp atılıyor, Kemalizm siyaseten mülksüzleştiriliyor!
Son AKP Hükümetindeki Milli Eğitim Bakanıyla birlikte yeni bir sürecin başladığına kuşku duymuyoruz. Siyasal iktidarın bu son tercihiyle 12 Eylül referandumundan sonra yargıdaki şekillenmeyi birleştirdiğimizde, ortaya, verilecek mücadelenin niteliği üzerine yeni sonuçlar çıkmaktadır. Halk ve emekçi düşmanı siyasal iktidarın anlayışındaki derinleşmeye yönelik birçok işaret mevcut: Bu işaretler gerçekten yurtsever ve sınıf mücadelesi veren aydınlara ve kurumlara karşı kapanlar kurulduğunu gösteriyor. Eğitim-İş örgütlenmesinin anlamı ve Eğitim-İş’in tarihsel sorumluluğu burada bir kez daha kendisini dayatıyor.
Eğitim-İş olarak, hem Kemalist Devrimin kazanımlarını sahipleniyor ve onları yüceltmeyi amaçlıyor; hem de sınıfsal haklarımızı her türlü sömürü ilişkisine karşı savunuyoruz. İşte bu çerçevede mücadelemizi derinleştirecek ve direncimizi örgütlemeye devam edeceğiz. Bu amaçla örgütlenme anlayışımız iki alanda yoğunlaşıyor: İlki sendikal büyüme gerekliliğinden yola çıkıyor; ikincisi ise mevcut örgüt birimlerinin kaynaşmasını, aralarında sıkı bağlar oluşturmasını ve kadro yetiştirmeyi içeriyor. Her iki anlayışı da birbiriyle iç içe ve birbirinin kaldıracı olarak düşünmek gerekiyor.
Siyasal iktidar, toplumsal barışa hizmet etmek söylemiyle çıkardığı, fakat özünde çalışanların yasal hakları açısından birleştirici değil ayrıştırıcı rol oynayan “Torba Yasa” adı altında özlük haklarımıza göz dikmektedir. Eğitim-İş olarak bu hak gaspına karşı sendikal anlamda çok daha keskin bir mücadelenin gerekliliğinin farkındayız. Bu bağlamda esnek çalışma saatleri, izinler ve disiplin cezaları gibi konularda kamu çalışanlarının özlük haklarını kısıtlayan çok sayıda madde ile iş güvencesini ortadan kaldırmaya, kamu çalışanlarını sendikasızlaştırmaya çalışan bu yasa, iktidarın toplumla arasına koymaya çalıştığı antidemokratik bir tampon görevi görmektedir. Bu çabanın biraz ötesi ise iktidarın kendini idari ve yargısal her türlü mekanizmanın üstünde görmesi, laik ve demokratik bir hukuk devleti olarak Türkiye’nin egemenliğini tehlikeye atması olacaktır. Biz emekçiler olarak, içinde bulunduğumuz bu tehlikeli süreç karşısında hiçbir zaman sessiz kalmadık, kalmayacağız.
Sendikamızın kuruluşundan bu yana, hem Genel Merkez düzeyinde hem de örgütümüzün değişik kademelerinde görev yapmış olan, bütün arkadaşlarımıza hizmetleri nedeniyle teşekkür ederiz. Sendikamızın düşüncelerinin savunulmasını ve Eğitim-İş’in büyümesini kendisine görev edinmiş arkadaşlarımızla bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da birlikte yürüyeceğimizi belirtmek istiyoruz.
Eğitim-İş;
Emperyalizme direniştir!
Gericiliğe direniştir!
Bölücülüğe direniştir!
Ve bunların işbirlikçilerine direniştir!
Eğitim-İş, eğitim çalışanlarının zaptedilmemiş kalesidir!
Saygılarımla
Veli DEMİR
Eğitim-İş Genel Başkanı