CEMAATLER Mİ DAHA İSLAMİ SENDİKALAR VE PARTİLER Mİ?

Eğitim Bir Sen Ankara 1 Nolu Şube Basın yayın sekreteri İbrahim Demirkan “ Cemaatler mi daha islami sendikalar ve partiler mi?” diye sordu.

CEMAATLER Mİ DAHA İSLAMİ SENDİKALAR VE PARTİLER Mİ?
 
 
 
 
'Senin iktidarın saygı görmüyorsa, başka bir iktidar yoldadır.' Konfüçyüs  İlahiyatçı-Yazar (aynı zaman da eğitimci) Osman TEKİN’İN  ‘Kur’an’da Şura Kavramı’ adlı kitabı beni bambaşka yerlere götürdü.
Bir zamanlar İslami camia da ‘Demokrasi İslamiyet’e uygun mudur?’ ‘Şura , bey’at kavramlarının demokrasiyle bir alakası var mıdır?’ gibi hararetli tartışmalar  olurdu.
Bir şeyhin, abinin, cemaat parti ya da sendika liderinin iki dudağının arasından çıkacak cümlenin hikmet , düstur ve ilke yerine geçtiği günlerden çok daha katılımcı ve tezkiye-i nefs (kendini temize çıkarma) yapmayan ve yaptırmayan bireylerden oluşan yapılanmalara doğru gidiyoruz. Bu kitapta bunu yansıması bence.
Osman TEKİN Kuran ve Sünnet merkezli ve bu iki kaynağın şarihi durumunda ki Risale-i Nur destekli bu çalışmasında beni hem geçmişe hemde hali hazırdaki Müslümanların cemaatsel yapıları hakkında bir çok sorular sormama vesile oldu.
Gerçi vakti zamanında İslam İktisadı, İslam Hukuku adı altında paneller, sempozyumlar düzenlenir hararetli tartışmalar olurdu ama şimdi ne İslam hukuku ne fıkıh kelimelerini duyamaz olduk. Kitap bu yüzden ilk etapta günümüz Müslümanlarının ayet ve hadislere yada bunların yorumuna dayanan bir ilkeselliği göz ardı edip pragmatist bir tavırla sadece dünyevi kazanımlara odaklandıkları için çok dikkat çekici olmayabilir (Başarının Sırları gibi gelişim kitaplarının yanında R.Tayyip ERDOĞAN’ın liderlik sırları, Liderlerin Hayatı gibi kitapların çok satması bundandır )
İlk önce şunu söyleyelim ; Kitap İslamiyet’e ruhen ve fikren dışardan bakmayı şiar edinmiş değişik kesimlerin yüzyıllık bir yanlışına işaret ediyor. O yanlışlıkta İslam’ın yönetimde teokratik bir nizamı savunduğu yani gücünü ve meşruiyetini Allah’tan aldığı düşüncesi.
O. TEKİN kitabında şöyle demiş;
“..Kur’an açısından hiçbir beşer, Allah’ın vekili değildir. Bu nedenle de Allah adına yönetmek, yönetim işlerini onun adına karara bağlamak, Kur’an’ın doğrulamadığı bir iddiadır.” Sh. 57
Konuyla ilgili başka bir bölümde şöyle bir alıntıda bulunur
“dolayısıyla, yönetici Allah’ın vekili değil, toplumun temsilcisi ve emanetçisidir”. Sh. 137
Aslında mantıken de Allah’ın iradesini kimsenin temsil edemeyeceği sadece kanunlarını uygulamakla mükellef olabileceği ‘Ben Allah adına hükmediyorum’ dese de bunun doğru olmadığını Allah’ın böyle bir hakkı kimseye vermediğini ortaokul yıllarımdan beri gördüğüm, anladığım halde koskoca üniversite hocalarının ve düşünce tarihinde ismi geçen meşhur yazarlarımızın görememiş olmasını hayretle karşılamışımdır.
Ağızlarındaki sakız hep maalesef ‘İslam teokratik bir nizam ister’ olmuştur.
Birde İslamcı hareketlerde yıllardır çokça kullanılan (gerçi bu söylemin de ruhuna Fatiha okundu) ama ipin ucu kaçınca bir çok yanlışlıklara sebebiyet verecek Mâide Sûresi, 44. ayette geçen; "Allahın indirdiğiyle hükmetmeyenler, kafirlerin ta kendileridir" ayeti. Zamanında özellikle kimi radikal gruplar siyasetle uğraşan Müslümanlara karşı çok kullanırlardı bu argümanı hatırlayalım. 
Bu ayete göre örneğin Türkiye Cumhuriyeti gibi herhangi bir laik devlette başbakanlık ya da idarecilik yapmış herkesi dinden çıkartmanız lazım. 
Osman TEKİN ilk önce risale-i nurdan yaptığı bir alıntıyla ayetteki şu inceliğe işaret eder;
“Said Nursi; Osmanlı döneminde bir kısım insanların, anayasa ve hürriyet ilan edenleri Maide suresi 44.Ayetini delil göstererek kafirlikle suçlamasını şiddetle ret eder ‘kim hükmetmezse’ nin manası, ‘kim tasdik etmezse’ manasında olduğunu ifade eder. İçtimai dersler, 140.”
Fakat TEKİN burada kesip bırakmaz beşeri kanunları yada batı hukukunu temize çıkartacak bir yanlış anlaşılmanın da önüne geçmek için şöyle devam eder;
“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirler, zalimler ve fasıklardır.” Maide, 5/44,45,47. Ayetini kanun şeklinde yorumlayarak şimdiki kanunları, “cebr-i keyfi-i küfriye kanun ismini takmakla”. diye ifade eder.Şualar,297” Sh.69-70”
Özellikle kitapta yer alan ‘Siyasi Alanda Şura’ bölümü daha dikkat çekici.
Bizde bir eğitim sendikasının yönetiminde yer aldığımız için burada yöneticilerde bulunması gereken özellikleri bir daha düşündük.
Kitapta ‘Şura Üyelerinin Nitelikleri’ denilmiş olsa da bu kısmı yönetimde söz sahibi olan sivil ya da resmi idareciler içinde uygulayabiliriz.
İlkine ‘Ehliyet ’denilmiş.
Acaba partilerde, cemaatlerde ve sendika gibi sivil toplum kuruluşlarında buna ne kadar riayet ediliyor?
Adalet, Bilgi şeklinde sıralanmış.
Hadi bu özellikte insanları bulduk. Peki bizi yönetenleri nasıl seçeceğiz?  İslamiyet ne der bu hususta?
“Seçim olmadan doğru bir tayin gerçekleşmiş olur mu? Ya da en azından ilim, hikmet ve adalet gibi yeterliliklere ve dolayısıyla da bu konuda sorumluluğa sahip kimselerin bu sorumluluğu ne olacaktır? Müslümanlar için halife tayini bir vecibe kabul edilirken, halkın böyle bir tayine kayıtsız kalması nasıl açıklanabilir? Bunun farz- kifaye olduğu kabul edildiğinde bile, en azından bu farzı yerine getirmesi gereken bir grubun bir seçimde bulunması gerekmez mi?” sh.138
Kitap şura heyetinin kimlerden ve nasıl oluşacağı sorusunu ararken (sh.102-103) en sonunda ‘şuranın teşkili İslam ümmetine bırakılmıştır’ (SH.103) denilerek vesayetçi anlayıştan uzak durulması gerektiği belirtilmiştir.
Vesayetçi anlayış nedir?
Siz bilmezsiniz ben bilirim anlayışıdır.
Benim sözümde hikmet var anlayışıdır.
Şimdi herkese şu soruyu soruyorum;
Hangi cemaat lideri istişareler neticesinde seçiliyor?
Şeyhlik kurumuna bunu soramıyoruz bile çünkü oranın yapısı belli.
Hadi bunları bırakalım, cemaatler masum yapılar  tamamen fisebilillah çalıştıkları için Müslümanların aleyhinde bariz bir hataların görmemiz zor .
Peki bir iktidara oy verip 4 yıl beklemek reva mı?
28 Şubat sürecini hatırlayın Müslümanlara kan kusturuldu.
Halbuki insanlar oy verdikten sonra 4 yıl bir partiye bir lidere mahkum olmamalı.
Tek korku kaos olur istikrar olmaz ama ekserin mutsuz olduğu bir ülkede zaten istikrar olmaz.
Benim şöyle bir iddiam var;
İlerde elektronik seçimler iktidarların daha çabuk değişmesine izin verecektir.
Tüm dünya buna mecbur bence.
Türkiye’de bir yönetim yapısına oy veren bireyler onu değiştirme hakkına da sahip olmalıdır ve bunu şu an en iyi yapan yapılanmalar ise sendika ve derneklerdir. Neden mi? Çünkü belli bir oranda delegenin imzası ile olağanüstü kongreye gider ve memnun olmadığın yönetimi değiştirirsin.
Bana göre sendika ve sivil toplum kuruluşları ‘yönetimin teşkili’ anlamında cemaatlerden daha İslami yapılanmalar.
Eğer bir lider ortak akla ve iradeye dayanmadan karar alıyorsa orada gayr-i İslami bir durum vardır.
Düşünün ki  Resulullah (s.a.v) vahye muhatap olduğu halde yani hakikati kendi tekelinde bulundurabilen bir isim iken Uhud savaşı öncesi düşmanı Medine’de karşılayalım demiş ama kendi düşüncesine katılmayan Müslümanların yoğun isteği üzerine istişare neticesinde düşmanı şehrin dışında karşılayalım kararına onay vermiştir.  Savaş sonrası ise başta amcası olmak üzere o kadar kayıplara rağmen inen ayet Resulullahın (s.a.v) şahsında tüm müminlere şöyle der;
“Sen (o zaman), sırf Allah'ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları sen bağışla, onlar için Allah'dan mağfiret dile. (YAPACAĞIN) İŞLERDE ONLARA DA DANIŞ, BİR KERE DE AZMETTİN Mİ, ARTIK ALLAH'A DAYAN. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-İ İmran, 159)
Yenilgiye bile sebep olsa, amcanı bile kaybetmiş olsan senin fikrine karşı çıkıp bozguna bile uğramış olsanız hayır yine de ‘istişare et’ emri ne kadar manidar.
Kitapta ayrıca iki noktaya dikkat çekmek istiyorum;
İlki "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ulû'lemre (buyruk sahiplerine) itaat ediniz’ ayetinde geçen ulul emrin çoğul gelmesinin kolektif yönetimin önemi diyerek belirtilmesi.  (Sh.30-31) Arapçada çoğul sığası en az 3 kişiden oluştuğuna göre yönetimi şura heyeti deruhte edebilir. Bu heyetde umera(Amirler,İdareciler) ve ulemadan oluşabilir. Alim bir idareci elbette ideal olanıdır.
Şu an bir ülkeyi yönetenler zaten ekipleriyle yönetebilmektedirler. Ünlü  filozof  Martin Heidegger (1889-1976) 23 Eylül 1966'da Der Spiegel'de yapılmış mülakatta kendisine 'Yardımı filozoflardan umuyoruz, tabii sadece dolaylı yardım olsa da, dolaylı yollardan olsa da bir yardım. Ve şimdi duyduğumuz ‘Size yardım edemem' sözüdür' sorusuna karşılık 'Görebildiğim kadarıyla tek bir fert düşünceden hareketle, pratik talimatlar verecek kadar dünyayı topyekün bir şekilde kavrayabilecek durumda değildir' şeklinde cevap verdiğinde dünyayı anlamlandırmada ve pratik tavsiyelerde tek kişinin felsefi çıkarımlarının yeterli olamayacağını belirtirken benim de aklıma siyasi alanda da yönetimde tek adamın herşeye gücü yetmeyeceği gelmiştir hep. İmam tek olur ya da başbakan ama onu kontrol eden şimdi ki TBMM gibi kurullar ve istişari heyetlerde olmalıdır.
Yine kitapta (sh.152) istişarenin devre dışı kalması ve tek başına karar verme hakkını kendinde görmenin psikolojik bir sapma olduğu ifade ediliyor ki vakti zamanında cemaat içi mobbinge maruz kalanları(Tabir için kusura bakmayın) hoşnut edecek fikirler içeriyor. Çünkü 20-30 yılını bir cemaate vakfa harcayıp ta bir günde aforoz edilen insanları görünce cemaatin çoğunluğu rahatsız olsa da hiç ses çıkartılmaması beni düşündürmüştür daima. Bu konuda Gökçe OK’un Şiddet ve Tedavisinde Bediüzzaman Said Nursi'nin ‘Müsbet Hareket Yaklaşımı’ konulu sempozyumda sunduğu cemaat içi baskıya işaret ettiği  ‘UHUVVET RİSALESİ EKSENİNDE CEMAAT FERTLERİ ARASINDA SOSYAL ŞİDDET ALGISI’ başlıklı bildirisine bakılabilir.
 
Başı yana eğik mübarekler sürüsü olmakla iyi bir Müslüman olunamayacağını, huzur adacığına kendine atıp ‘Aman kardeş karışma, dur Rabbül Alemin düzeltir, müspet hareket et, içlerine girme, pencerelerden seyret’ şeklinde dile getirilen korkaklık dürtülerinin maalesef cemaat, Risale-i Nur ve Bediüzzamanın düsturları diye yutturulmaya çalışıldığı günlerden daha katılımcı ve daha sorumluluk sahibi bireylerin ön plana çıktığı günlere geldik.
İşte Osman TEKİN’in yazdığı ‘KUR’AN’DA ŞURA KAVRAMI’  özellikle yönetime katılım ve Müslümanların yaşadığı sıkıntıların, sorunların üzerine cesurca gitme karakterinden yoksun olanların çokça kullandıkları ‘Aman suya sabuna karışma’ söylemine karşılık ‘karışmazsak biz nasıl temiz kalırız?’ cevabını veren güzel bir eser olmuş.
KUR’AN’DA ŞURA KAVRAMI (Osman TEKİN, 160 sh.,Gündönümü Yayınları, İstanbul ,2012)
Güncelleme Tarihi: 06 Eylül 2012, 00:00
YORUM EKLE
YORUMLAR
Zakir uslu
Zakir uslu - 12 yıl Önce

İçinde bulunduğumuz sıkıntıları anlatan muhteşem bir yazı.gerçekleri görmek dileğiyle!..

Zahide Gün
Zahide Gün - 12 yıl Önce

Yazı çok hoşuma gitti kitapda umarım böyledir gerçekten adil bir yazı herkes kendine çeki düzen vermeli

SIRADAKİ HABER