Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “çılgın projesini” açıkladı. Yeni kurulması planlanan kanal, İstanbul Boğazı’na alternatif bir su yolu olacak.
Bu durum, hemen akıllara Montrö Anlaşması’nı getirdi. 1936 yılında imzalanan Montrö Anlaşması, Lozan’dan sonra pratikte var olan “uluslararası kontrol” durumuna son vererek Boğazlar’ın birtakım koşullara bağlı olarak Türkiye’ye verilmesini sağladı.
Projenin açıklanmasıyla birlikte yeni kanalın Montrö Anlaşması kapsamında olup olmayacağı tartışılmaya başlandı. Yorumcuların büyük çoğunluğu, kanalın Montrö kapsamına girmediğini düşünüyor.
Bunu düşünen bazı yorumcular, bu duruma sevindiler. Bugünkü Zaman gazetesinde yer alan “Kanal, Montrö kapsamında değil” başlıklı haberde USAK Deniz ve Su Hukuku Araştırmaları Merkezi Başkanı Dr. Yücel Acer ve Uluslararası hukuk uzmanı Doç. Dr. İbrahim Kaya’nın görüşlerine yer verildi.
Haberde “Montrö'nün Kanal İstanbul'u etkilemeyeceğini bildiren uzmanlar, kanal üzerindeki tüm egemenliğin Türkiye'nin elinde olacağını vurguladı. Uzmanlar, projenin Türkiye'nin elini güçlendireceğini düşünüyor” denildi.
Mesele kontrol mü?
Montrö Anlaşması, 1936 yılında başta Sovyetler Birliği olmak üzere Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin Ankara hükümetine büyük desteği sayesinde, emperyalist devletlerden koparılan bir hak olarak imzalanmıştı.
Anlaşmanın en önemli boyutu, Karadeniz’e yabancı askeri gemilerin geçişini sınırlaması. Montrö Anlaşması sayesinde Karadeniz, şu an dünyanın en güvenli denizlerinden biri.
Karadeniz’in askeri çatışmalardan arındırılması, denize kıyısı olan tüm ülkeler için büyük bir güvenlik sağlıyor. Bu sayede Soğuk Savaş yılları dahil Montrö’den beri Rusya’ya ve diğer ülkelere dönük bir saldırganlık yaşanmamış, Soğuk Savaş tüm dünyayı iki süper güç için bir savaş arenasına çevirirken, Karadeniz sükûnetini korumuştu. (Bunun tek büyük istisnası, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi denizaltılarının Boğaz’ı gizlice geçerek Sovyet mevzilerine saldırmasına Türk hükümetinin zımnen izin vermesi olmuştu.)
Meselenin nereye gelebileceğini Gürcistan Savaşı’yla gördük
Ta ki 2008’e kadar bu sükûnet büyük oranda korundu. Emperyalist güçler, başta da NATO Karadeniz’in bu askerden arındırılmış durumundan duyduğu rahatsızlığı ara ara dile getiriyordu, ancak 2008 yazında patlak veren Güney Osetya-Gürcistan savaşı bir dönüm noktası oldu.
Gürcistan’ın Güney Osetya’ya saldırmasıyla başlayan savaşta Rusya Gürcistan’a savaş açmış, batılı güçler de Gürcistan’a yardıma başlamıştı.
Bu dönemde Karadeniz’e sürekli ABD gemileri çıkmaya başladı. Bu savaş gemilerinden birinin Montrö Anlaşması’na uymadığı, anlaşmada geçen 15 bin tonluk tonaj kısıtını aştığını ortaya çıkınca, mesele Türkiye’nin gündemine oturdu.
Skandalın açığa çıkması ve meselenin büyümesinin ardından ABD “Montrö Anlaşması’yla sorunumuz yok”, Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise “Montrö Anlaşması’na uygunsuzluk yok” açıklaması yapmak zorunda kaldılar.
Fakat gerginlik devam etti. ABD 2008’den bu yana Karadeniz’i neredeyse gemisiz bırakmadı. Dönem dönem Rusya, denizdeki ABD gemilerini "Gerekirse vururuz" diyerek tehdit etti. Sadece Gürcistan değil, Bulgaristan, Romanya ve “renkli devrim”in yenilgisine kadar Ukrayna da NATO üyesi ya da müttefiki oldukları için, batı Karadeniz’de askeri gücünü artırmak adına elinden geleni yaptı.
Halihazırda Montrö gereği Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkeler, Boğaz’a ancak 15 bin tondan küçük ve sınırlı sayıda gemi sokabiliyor, bunları da kısa süreliğine Karadenizde tutabiliyor. ABD bu nedenle sürekli İstanbul Boğazı’ndan gir-çık yapıyor.
Dünyadaki tüm stratejik su geçişleri, özellikle de enerji yolları üzerinde olanlar çok gerilimli bölgeler. Basra Körfezi’nde İran’la batı arasındaki gerilim biliniyor. ABD, 5. Filo’sunu burada, Bahreyn’de tutuyor. Panama Kanalı, fiilen ABD işgali altında. Somali’de korsanlar bahanesiyle herkesin askeri güç göndermesinin altında aynı sebep vardı. Güney Çin Denizi’nde sürekli ABD gemileri dolaşıyor. Boğazlar ve Karadeniz, yüksek stratejik önemine rağmen bugün bu bölgeler arasında en güvenlikli olan yer.
Kanalın yapılması halinde bu durum sona erebilir. NATO gemileri, Karadeniz'e sınırsız giriş-çıkış hakkı talep edebilir. Bu ihtimal, Karadeniz'in bir savaş alanına dönmesi demek. Kanalın güvenliğini kimin sağlayacağı da bilinmiyor. Montrö'ye göre Türkiye, Boğaz'ın iki yakasında asker bulunduruyordu. Yeni kanalda ise uluslararası güçlerin, hatta uluslararası özel güvenlik şirketlerinin devreye girmesi gündeme gelebilir.