ZİMMÎ (AZINLIK) VE MÜSTE'MEN VAKIFLARI

Günümüz hukukunda azınlık vakıfları ve cemaat vakıfları diye bilinen müessese, İslâm hukukunda farklı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu sebeple konuya başlamadan önce, zimmî ve müste’meni tarif etmek gerekmektedir.

ZİMMÎ (AZINLIK) VE MÜSTE'MEN VAKIFLARI
Zimmî (Azınlık) Ve Müste’men Vakıfları
 
Günümüz hukukunda azınlık vakıfları ve cemaat vakıfları diye bilinen müessese, İslâm hukukunda farklı bir şekilde düzenlenmiştir. Bu sebeple konuya başlamadan önce, zimmî ve müste’meni tarif etmek gerekmektedir.
 
İslâm hukuku, insanları inançlarına göre taksime tabi tutmaktadır. Vatandaşları, Müslüman ve gayr-i müslim diye ikiye ayırmaktadır. Gayr-i müslimler ise, mukaddes bir kitap sahibi olanlar, mecusiler, tabiatperestler ve ateistlerdir.[1] Ayrıca İslâm hukukunda, ülkeler, darül-İslâm ve darül-harp diye ikiye taksim edilmektedir.[2] Hanbelî, Şâfi‘î, Zâhirî ve Ca‘ferî hukukçulara göre, ehl-i kitap denilen Yahudi ve Hiristiyanlarla bir kısım mecusilerin, yapacakları antlaşma ile darül-İslâm vatandaşı olmaları mümkündür. Bu takdirde bunlara zimmî adı verilecektir.[3] Şî‘adan Zeydîler, Mâlikîler ve Evzaî’ye göre, gayr-i müslimlerın hepsi de zimmîlik sıfatını kazanabilirler.[4] Hanefîlere göre ise, putperestlerin dışındaki herkes zimmî olabilir ve darül-İslâmda vatandaş olarak ikamet edebilir.[5]
 
Zimmî olmayan gayr-i müslimlerden vizeli ve pasaportlu olarak muvakkat bir zaman için darül-İslâmda ikamet edenlere müste’men denilir.[6] İşte İslâm hukukunda azınlık vakıfları deyince zimmî vakıfları akla gelmelidir. İslâm hukukunda vakfeden açısından bir problem yoktur. Vakfeden gayr-i müslim, müslim ve müste’men de olabilir[7] Asıl önemli olan mevkufunaleyh olma ve kurbet kasdı açısından yapılan ayırımdır. Her ikisini de inceleyelim.
 
Müste’menin darül-İslâm’dayken yaptığı vakıflar sahih kabul edildiği halde, müste’mene yapılan vakıflar sahih kabul edilmemektedir. Yani vakıfdan yararlanacak olan şahıs (mevkufunaleyhin), yabancı olmaması gerekir. İster zimmî, ister Müslüman, yabancıya yapılan vakıflar geçersizdir[8] Bu konuda tek istisnaî görüş, Şâfi‘îlere aittir. Bunlar, darül-İslâmdaki müste’menlere vakıf yapılabileceğini kabul etmektedirler[9]
 
Zimmîlerin yaptıkları vakıflara gelince, bu konuda diğer mezheplerin görüşlerini daha önce belirtmiştik. Özetleyecek olursak, Şâfi‘îler ve Hanbelîlere göre, İslâmî açıdan masiyet olmamak şartıyla her çeşit vakıfları sahihdir. Şî‘a ise, vâkıfın itikadına göre masiyet olmama şartını koşmaktadır. Mâlikîler de, masiyet olmama şartı konusunda, Şâfi‘î ve Hanbelîler gibi düşünmekte iseler de, bazı Mâlikî hukukçular, kriterin vâkıfın itikadı olduğunu açıklamaktadırlar. Buna göre, Kâdî Iyaz gibi bazı Mâlikîler ve Şî‘a-i İmâmiyyenin dışında, diğer mezhepler de kilise, havra, Tevrat ve İncile yapılan vakıfları muteber saymamaktadırlar[10]
 
Hanefîlere gelince; bunlarda ölçü, vakfın, hem vâkıfın itikadı hem de İslâm hukuku açısından sevap ve ibadet (kurbet) olan bir şeye tahsis edilmesidir. Bu ölçüye göre, Beytül-Makdis’e, zimmî fakirlere ve benzeri hayır cihetlerine, Müslümanın da zimmînin de vakıf yapması câizdir. Zira bunlar her iki açıdan da hayır sayılırlar.[11] Hâlbuki zimmînin mescide ve hem zimmînin hem de Müslümanın kiliselere, havralara, bunların tamir ve inşasına, İncil ve Tevrat’a yaptıkları vakıflar geçersizdir. Şayet bir zimmî, bir mescide veya kiliseye bir şey vakfeder, sonunda gelirini fakirlere veya başka hayır cihetlerine tahsis ederse, vakıf sahih; ancak kilise ve mescide sarf etme şartı geçersiz olur.[12] Bu konuda tek istisnanın Ebu Hanife’ye izafe edilen bir görüş olduğunu ve Ebu Hanife’nin vasiyet gibi vakıfda da vâkıfın itikadını esas alarak, zimmînin kilise ve benzeri şeylere vakfının câiz olacağını daha önce görmüştük.[13]
 
Zimmîlerin vakfiyelerinde koştukları şartlar da, zikrettiğimiz esaslar çerçevesinde Müslümanınki gibi muteberdir. Hatta çocuklarından Müslüman olanı vakfından mahrum eden bir zimmî vâkıfın bu şartının bile geçerli olacağını, bazı itirazlara rağmen[14], kabul edenler olmuştur.[15]
 
Osmanlı tatbikatında ise, İmameyn’in görüşünün aynen tercih edildiğini görüyoruz. Vakfiyyelerdeki “mezkûr meblağ işletilerek geliri. .. kilisenin fakirlerinin yiyeceğine; mümkün olmazsa Hristiyan fakirlere meşrûta ola...” ve benzeri ifadeler[16] bunu gösterdiği gibi, fetvâlar da aynı esası tekrarlamaktadır.[17] Beytül-Makdis’e yapılan vakıflar ise tamamen muteber addedilmiştir. Zira bizce de kurbet sayılmaktadır.[18] Kilise fakirlerine yapılan vakıfları “kefere vakfı tutulmaz” diye mülklerine geçirmek isteyen fırsatçılara karşı çıkarılan fermanlarda, İmameynin görüşünün ifadesi olan şu sözleri okuyoruz: “..zimmî tâifesi kendi âyinleri üzere kiliseleri fukarasına ve patriğe her ne vasiyet ve vakfederlerse makbul olup...hilaf-ı şer‘-i şerif yedlerinde olan fetvây-ı şerife ve berât-ı âlîşanıma muhalefet olunmaya”.[19]
 
Gördüğümüz kadarıyla kiliselere ve havralara yapılan vakıflar için, Hristiyan fakirlere ve fakir din adamlarına vakıf yapma yolu benimsemiştir. Yoksa direkt manastır ve kiliselere vakıf yapılamayacağı, uygulamada da kabul edilmiştir. Konu birbirinden ayrılmalıdır. Aksi takdirde karışıklıklara yol açacaktır.[20] Zimmîlerin dinimizce hayır sayılan hastahane, çeşme ve benzeri vakıfları ise, kesin câiz sayılmıştır.[21] Mısır Vakıflar Kanunu (1946 tarihli ve 48 sayılı) ve Irak Vakıflar Kanunu da bu konuda, Hanefî mezhebinin esaslarını benimsemişlerdir.[22]
 
 
Prof. Dr. Ahmed Akgunduz
Güncelleme Tarihi: 27 Eylül 2013, 00:00
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER