'YÜKSEK BİR TÜRK GENCİNE TAKDİMDİR'

'YÜKSEK BİR TÜRK GENCİNE TAKDİMDİR'
160 Üniversitesi, 600 den fazla TV kanalı, 26 milyon internet kullanıcısı bulunan ülkemizde 40 milyon insanımız ömründe bir kitap bile okumadan dünyasını değiştiriyormuş. “Yazmak” için yapılsaydı aynı araştırma bir de. Tek satır yazmayan insan sayımızı da öğrenmiş olurduk. Gam değil yapılmadıysa da. Rakamların orada da örtüşeceğine şüphe yok.   Birlikte anılır okur-yazarlık ta “ervah-ı ezelden”  Okumayan neyi yazsın,  niye yazsın?
Çok değil bir kuşak öncesinde mektuplar konuşurdu oysa. “Yüksek bir Türk gencine takdimdir!” diye başlardı asker mektupları.
  “Mektup var” oyunu oynar, “Bak postacı geliyor” şarkısı söylerdi çocuklar. Okulu olmayan genç askerde öğrenirdi okur-yazarlığı.  Sanat katardı yanına bir de öylece terhis olurdu o ocaktan.  Eli kalem tutan, altın bileziği kolunda günümüzün üniversite bitirmişi gibi. Araştırılsın marka olmuş birçok işletmenin temelinde bu benzeri harcın olduğu görülecektir.
“Ali okulları”da, “asker mektupları” da tarih oldular artık.  İlköğrenim mecburi, askere giden de okur-yazar görünürde.

 Kışla kapısında durulup da sorulsa tezkerecilere; Kaçı mektup yazdı acaba evine, eşine, dostuna?  Öğrenim için, çalışmak için evinden yurdundan uzak, her yaştan, herkes için de geçerli bu sorumuz. Cevap şu olacaktır muhtemelen. “Telefon ettim”. Mesaj çektim” v.b. Milletçe ufaldık cebe girdik hepten.
Uzağa gitmeye de gerek yok. Son aldığı, son yazdığı mektubu hatırlasın herkes.(Kredi kartı borcu, banka ihbarları hariç) Kaç yıl geçti acaba üzerinden?
“Postacı da kapıyı çalmıyor”, “Bak postacı” türküsü de söylenmiyor günümüzde.
“Karagözlüm efkârlanma gül gayrı. İbibikler öter ötmez ordayım”lar geride kaldılar.
 “Yatcaz galgcez, yatcez galkcez hop ordayım”aldı onların yerini.
 Bakkallar da zarf-kâğıt bulundurmuyorlar. Arz-talep meselesi. Niye bulundursun alıcı çıkmayınca?   
“Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer”.
 Tüm türküler içinde yekûn tutardı mektup türküleri.
Yakılmıyor onlardan artık. Ne yakıldıysa o.

 
Bir mektup yolla ki kurban olduğum,
Yüzlerime sürem sürem ağlayım.
***
Mektup selam söyle benden sılaya,
Söyle benim için eller ağlasın
***
Bir bulut kaynıyor Sivas ilinden
Ucu teli mektup gelmiş yârimden
***
Bir mektup yazdırdım Urfalı kızına,
Zalimin kızı bakmaz yüzüme.
***
Bizim köyün ilk okuyanlarından olduğumdan çoğu mektubu ben yazmışımdır.  Beylik maniler vardı bugün unutulan.  
***
Mektup yazdım yaz idi,
Kalemim beyaz idi
Daha çok yazacaktım,
Mürekkebim az idi.
***
 Sepet sepet yumurta.
Sakın beni unutma
Unutursan küserim,
Mektubumu keserim.
***
El izi oturtulurdu boşluklara. Ailenin yeni üyelerinin hakkıydı o kısım. Bir tutam saç katılır, ucu tellendirilir kapatılırdı zarflar. Çokça okudum- yazdım onlardan. Bilirim bu yüzden bizim köyden kimin nerede askerlik yaptığını. - Uzunköprü, Çorlu, Çerkezköy, Eğirdir komando birliği, Mamak muharebe okulu, İpsala, v.s. -Acemiliğini, usta birliğini.
“Gayrın sırrını ifşa”sayılmazsa hatıramı nakletmek isterim bir de o günlerden;  
Postacı köye kadar gelmez bizim orada. (Halen de öyledir) Bakkal, kasap, hancı v.s. aracılığıyla sahibine ulaşır mektuplar.
Bakkal Tevfik Yıldızhan eliyle. Deveboynu (Salvas) köyü. Çüngüş /Diyarbakır... gibi mesela.
Köylü de  esnafa sorardı tabiatıyla “mektup var mı” diye.  
Köyyerinde ev düzeni bir. Plan şöyle.   Alt kat ahır-samanlık, üstte iki oda- bir ara (örtük), arkada kiler, önde eyvan. Mağ mertek üzeri toprak dam.  Dağ yamacında güneye de bakınca karşıdan güzel görünür bizim köy. Dış cephe “beyaz ağa” boyandığında özellikle. “Beyaz ağ” pekmez toprağına benzer.  Yöreye has bir badana maddesidir. Guatra neden olduğu anlaşıldı. Hıfzıssıhha tarafından yasaklandı daha sonra. İç kısım için de bu boya kullanılır. Kitre karışımı kırmızı kuşak çekilir bir de dış kısımdan farklı olarak. Yastık boyunda olur o kuşak.   Bayrak rengi hâkimdir bizim evlere. Zeminden de bahsetmek gerekse sakızlı çamur yayılır zemine. Kurumadan “sıkı taşı” geçirilir üzerinden.  Yüzey cilalanmış gibi pırıl pırıl olur o zaman.  Su almadığı müddetçe bozulmaz öyle kalır.
“Sıkı taşını”böbreğe benzetirim ben. Hayvan böbreğinin taşlaşmış hali. Kırmızılı damarlı olursa hele de. Çay dere yataklarında olur. Oradan toplar hanımlar. Evlerin demirbaşıdır bir bakıma  “dibek”“el değirmeni”,  “loğ” gibi.
Köyden Leyla Teyze şehirli kızıydı. Onun evi de ötekiler gibiydi. Bir fark varsa duvarda çiviye takılı bir tomar zarf. Hep batardı görüme. Muzafferin askerden gönderdikleriymiş.   Terhis olduğunda yumurta pişirecekmiş onlarla. Bunu söylemişti sorduğumda.
 Muzaffer üvey oğluydu teyzenin. Kirvem olmuştu daha sonra. Sonradan sormayı akıl edemedim. Bilmem yumurta pişirdi mi onlarla sözünde durup da. Ne hatıralar kül oldu bir yumurta pişirimlik müddet zarfında kim bilir? “Allah taksiratını affetsin” öyle yaptıysa şayet.  Onun da, benim de. Pişmanım “yakma da sakla” demediğime o gün bugün.
Benzeri bir durumu Cem Kozlu -THY eki genel müdürü- anlatmıştı.
Dedesi Yemen mutasarrıfı imiş. Her gün bir kartpostalın ardını yazar İstanbul’daki eşine postalarmış. Nine de saklamış onları hiç birini zayi etmeden.  İkisi de göçüp gidince torun Kozlu’ya kalmış o çok anlamlı koleksiyon. Kitaplaştırmayı düşünüyormuş O da... “Süper babaanneleri”, “büyükbabaları” onlar bu milletin. Alacağı dersler var herkesin onlardan. Yeni neslin bilhassa.  Onlar milli hafızalarımız. Onlarda ara sen Yemen’i,  gideni, dönmeyeni. (Allah’ım hafızamıza mukayyet ol)
Ha Yemen’den ha Muzaffer’den, bir fark yok arada. Hepsi vatan.
 “Söz uçar yazı kalır”demiş atalar?
Kimi söz, kimi de yazı, kimi de hem söz, hem yazı bırakmışlar… Hangisi en doğrusu?
“Sözü yazılı”bırakmak herhalde.
“Uçmaması, kalıcı olması için.”
Leyla Teyzem hayatta olsaydı da diyebilseydim ona;
Ah teyzem.!
“Ne güzel ettin o mektupları biriktirdin.
Keşke çeyiz sandığa alsaydın çividen çıkardığında onları.
Çırpımı yoktu da koca köyde iki yumurtayı pişirecek?”
Günü gelir çıkarırdı birisi onları bulunduğu yerden. Cem KOZLU’nun düşündüğünü yapardı bakarsın. Muzaffer de biriktirseydi kendine geleni. İkisi bir arada, ikisin. Bilirdik biz de bir dönem ne olup ne bittiğini memlekette.
Fena mı olurdu? 
Goethe’nin geride bıraktığı mektup sayısı 14(on dört) bin. O mektuplarla yaşamakta aramızda bugün de.
Yaşamak sizin de hakkınız. Herkesin hakkı.
“Yazın”bir kenara…
Unutmayın…!

www.anamurunsesi.com

 
 
Osman ERENALP
Ankara/Ağustos-2013
Tel-Cep: 0 505 663 1620
Güncelleme Tarihi: 13 Eylül 2013, 00:00
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER