Sizlerle gerek burada, gerek alanlarda, gazlı, panzerli, coplu saldırılar altında, yürüyüşlerde, mitinglerde yıllarca bir araya geldik. Basın toplantıları, basın açıklamaları yaptık. Bütün basın açıklamalarımızın ortak olan bir yanı vardı.
DİSK olarak, DİSK Genel Başkanı olarak yaptığımız tüm açıklamaların ortak noktası gerçeklerin dile getirilmesi olmuştur.
Korkmadık, yılmadık, susmadık.
Çünkü DİSK kültüründe, geleneklerinde, ilkelerinde ve bizleri bugünlere taşıyan liderlerinden gelen mirasta bu gerçeklik vardır.
Gerçeklerin dile getirilmesinde ödenecek “bedel” varsa bundan kaçmadık.
Bu dün de böyleydi, bugün de böyledir, yarın da böyle olacaktır.
DİSK’li olmak bunu gerektirir.
Sayın Basın Emekçileri,
Bugün ülkemizde yaşananlarla ilgili olarak sadece bir tek konunun üzerinde duracağım.
Çok önemli ve ülkemizin geleceği açısından çok tehlikeli gördüğüm bir konuyu dile getireceğim.
Evet bugün Türkiye, “tek parti” ve hatta “tek lider” sultası altında bir felakete doğru sürüklenmektedir. Baskı – korku – tedirginlik – endişe ve güvensizlik had safhadadır. Sanki bir askeri darbe yaşanmıştır da, toplum onun tedirginliği içindedir.
“Ne oluyoruz”, “nereye gidiyoruz”, “daha neler olacak” kaygıları günlük hayatımızın önemli sorularından olmuştur..
Gazete sayfaları iktidar korkusu ile düzenleniyor. Buna bir tepki olarak kimi gazeteciler köşelerini boş bırakarak veya karartarak, veya topluma “itidal” çağrısı yaparak, gidişattan en basit ifadeyle “endişelerini” dile getirmektedirler…
Hele hele en son tutuklanan gazeteci arkadaşlarımız Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın yaşadıkları şey bu gidişin turnusol kağıdı olmuştur.
Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz, olmayacaktır.
Biz tarihte baskı – korku – panik – şiddet dönemlerini çokça gördük, okuduk, izledik. Bunların hepsi sadece askeri darbelerle gerçekleşmemiştir.
Dünyada da Türkiye’de de sivil partilerin baskı dönemleri çok vardır. Sivil liderlerin yıllar süren iktidarları çok görülmüştür. Muhalefetin sindirilerek, engellenerek, komplolarla susturularak iktidarın sürdürüldüğü çok örnek vardır.
İşte durum bu kadar ciddidir.
Yıllar süren telefon dinlemeleri, insanların fişlenmesi, komplo hazırlıkları, bilgisayarlara gönderilen gizli dosyalar, sokakta yakalanan dinleme araçları, video kasetleri, daha yazılmamış kitaplara yapılan yasaklamalar, delillerin karartılması veya değiştirilmesi, medyanın susturulması ve tek elde toplama girişimleri…
Gerçekten de ne oluyoruz? Nereye gidiyoruz?
Bunlar demokratik ülkelerde, hukuk devletlerinde karşılaşılan sorunlar mıdır?
Bunlar olağan şeyler midir? Elbette ki hayır! Kesinlikle HAYIR!
Bu gidişatın adı, bir partinin gittikçe devletleşmesi, otoriter bir yönetim anlayışının yaşamın bütün alanlarında egemen kılınması, bütün kurumların yeniden dizayn edilmesi, muhalefetin, basının, demokratik örgütlenmelerin bastırılarak baskıcı bir yönetimin, bir korku toplumunun oluşturulmasıdır.
Sayın Basın Emekçileri
Yıllardır bağırıyoruz. Bu süreç yeni başlamadı. Her şey yeni olmuyor.
Telefonlarımız dinleniyor. Sadece bugün değil, geçmişte de dinleniyordu, bugün ise artık inanılmaz boyutlara ulaştı. Fakslarımız sendikalardan önce “bir yerlere” gidiyor. Biliyoruz. Yapacak bir şeyimiz yok. Endişelenmiyor muyuz? Tabi ki endişeliyiz.
Biliyorsunuz, 12 Eylül döneminde DİSK yöneticileri yıllarca dava açılmadan hapishanelerde tutuldu. Sendikaları kapatıldı. Üç kişi sokakta yanyana gezemez hale geldi. Arkadaş arkadaşın kapısını çalamaz olmuştu korkudan.
Peki soruyorum?
Bugün sendikalar kapatılmıyor mu? Bizzat İçişleri Bakanlığı istemiyle ÇİFTÇİ SEN, EMEKLİ SEN kapatılmadı mı? GIDA-İŞ ve GENÇ SEN hakkında kapatma davaları açılmadı mı? DİSK üyesi NAKLİYAT-İŞ sendikamızın yöneticileri ve başkanları DİSK Yönetim Kurulu üyesi bir arkadaşımız telefon takipleri sonucu tutuklanmadı mı? Baskı görmedi mi?
Bugün yine insanlar yanyana gelmekten korkuyor, telefonda konuşmaktan çekiniyor, elektronik posta göndermekten korkuyor. Birşey yaptığından korkmuyor, yalan, iftira ve komplo tezgahlarından korkuyor.
Önceki bütün 1 Mayıs’larda bütün kentler yarı açık cezaevlerine dönüştürülmedi mi? 1 Mayıs 2008’de bütün İstanbul sokağa çıkma yasağı altına sokulmadı mı? Boğaz köprüleri kapatıldı, gemiler yanaştırılmadı, 2 bin kişiye yakın işçi, emekçi gözaltına alınmadı mı? Türkiye’nin ikinci büyük işçi konfedarasyonu DİSK günboyu gaz bombalarıyla dövülmedi mi? Gaz ve sis bombaları ile Taksim civarı bütün semtler savaş alanına dönmedi mi? Savaşta bile yasak olan, hastaneler gaz bombalarıyla kavrulmadı mı?
Sadece 8 yıllık süreçte sırf sendikalı olmak, DİSK üyesi olmak için anayasal hakkını kullanan 15 bini aşkın işçi fabrika önlerinde kolluk kuvvetlerinin baskısına uğramadı mı? Daha dün Kocaeli’nde sendikaları için direnen metal işçilerine polis saldırısı yapılıp işçiler hastanelik edilmedi mi?
Arkadaşlar bunlar nerde oluyor? Kaçıncı yüzyılda ve hangi ülkede yaşanıyor bu gerçekler?
Sayın Basın Emekçileri
İşte bu gidişten bizleri rahatsız eden, ülkemiz adına kaygıyla izlediğimiz son derece önemli konular bunlar.
DİSK tecrübeli bir örgüttür. Deneyimli kadrolara sahiptir. İşte bu nedenle yıllardır bu gerçekleri toplumun gündemine taşımaya çalışmaktadır.
Hiçbir gün geç değildir. Yeter ki sorunların üzerine korkmadan gidilsin. “Susma sustukça sıra sana gelecek” diye sokaklarda haykırıyorduk. Tarih ne kadar doğru olduğunu gösterdi.
DİSK olarak dün olduğu gibi, her şart altında, sendikal bir konfederasyon olma bilinciyle baskıya – şiddete – yıldırma ve sindirme politikalarına karşı, özgürlükten, eşitlikten, kardeşlikten, sosyal adaletten, barıştan yana mücadelemizi sürdürmekte kararlıyız.
Sayın Basın Emekçileri, Değerli Arkadaşlarım
Son 4 aydır DİSK yönetim ve başkanlar kurulu olarak ülkemizin her yanını adım addım dolaştık. Bölge temsilcilik kurullarımız ile toplantılar yaptık, üyelerimizi dinledik.
Bu süreci birlikte değerlendirdik. Öte yandan siyasal iktidarın Torba Yasa’ya karşı il, ilçe demeden mücadele ettik, yürüdük, Meclis’e gittik. Kendimizi dinletemedik, yasanın çıkmasını engelleyemedik. İktidar istediğini yaptı. Şimdi gündemlerinde yeni saldırı tezgahları var. İstihdam büroları, bölgesel asgari ücret ve kıdem tazminatlarının gaspedilmesi… Bunları görüyor ve biliyoruz..
Bölge toplantılarından sonra bütün kadrolarımızı Ankara’da topladık; durum değerlendirdik. Ardından Başkanlar Kurulumuz’u topladık.
Önümüzdeki sürece ilişkin üç karar aldık.
- AKP iktidarının işçi ve emekçi halk karşıtı ekonomik politikalarına ve özgürlüklere karşı saldırılarının “siyasal teşhiri”,
- 1 Mayıs 2011’de İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü’nde İstanbul /TAKSİM’de bu politikaları teşhir etmek için
İŞTE SİZİN KAPİTALİST SİSTEMİNİZ
1 MİLYON KİŞİYLE TAKSİMDEYİZ şiarıyla gösteri düzenlenmesi,
- 12 Haziran 2011’de yapılacak genel seçimlerde, halkın iktidarı yolunda, emekten yana, sol aday ve partilerin desteklenmesi, aktif görev yapılması..
Sayın Basın Emekçileri, Değerli Mücadele Arkadaşlarım
Türkiye’nin sorunları büyüktür. Büyük sorunlar, büyük çabaları göze alarak çözülür. Büyük düşleri gerçekleştirmek büyük fedakarlıklar gerektirir. Gün, büyük toplumsal fedakarlıkları yaratmak için çaba harcama günüdür.
Bütün bu sorunların çözümü, kazanılmış hakların korunması ve demokratik yeni haklara kavuşmak ancak siyasal kazanımlarla sağlanabilir.
Emekçilerin ve yoksul halkımızın her geçen gün karanlığa sürüklendiği bir süreçte siyasal mücadelenin önemi kaçınılmazdır.
***
11 yıldır DİSK Genel Başkanlığı görevini sürdürmekteyim. Çocuk işçiliğinden başlayarak geldiğim sendikal mücadelede bugünkü kimliğim, kişiliğim DİSK’te şekillendi, DİSK’le olgunlaştı.
Sıradan bir sendika üyeliğinden işyeri tesilciliğine, şube sekreterliğinden şube başkanlığına, sendika örgütlenme daire başkanlığından sendika genel sekreterliğine ve genel başkanlığına, DİSK yürütme kurulu üyeliğinden DİSK örgütlenme daire başkanlığına, DİSK genel sekreterliğinden DİSK genel başkanlığına kadar bütün görevlerde bulundum.
Bana DİSK’liliği öğreten liderlerimin izinde üstlendiğim bayrağı, aldığım gibi temiz, lekelemeden, taşıdım. Her sene mezarlarını ziyaret ettiğim Kemal TÜRKLER, Abdullah BAŞTÜRK, Rıza KUAS, İbrahim GÜZELCE, Kemal NEBİOĞLU başkanlarıma yaptıklarım ve yapamadıklarım hakkında kendilerine seslendim.
Hiçbir DİSK’liyi yalnız bırakmadan, veya sendikalı sendikasız hiçbir emekçi mücadelesine, demokrasi, insan hakları ve barış mücadelelerine sırt çevirmeden, yol ortasında terk etmeden,
ekmek ve özgürlük mücadelesinden bir adım kaçmadan;
Türkiye’nin aydınlık geleceğine olan inancımdan hiç taviz vermeden,
onurla taşıdığım, heyecan ve aşkını hep yüreğimde hissettiğim..
DİSK Genel Başkanlığı görevimi hukuken burada noktalıyorum.
Bu görevlerimi bundan sonra siyasal alanda sürdürmek için ayrılıyorum.
Biraz önce açıkladığım sorunların aşılmasında, emeğin sorunlarının siyasal alanda ve Meclis’te çözümü için çaba harcayacağım. Bu sorunların çözüm yerini ben kişisel olarak iktidara aday CHP safları olarak görüyorum ve CHP’den aday olmak için buradaki görevimden hukuken ayrılıyorum.
Bu noktada şunu da ifade etmek istiyorum: CHP’nin, öncelikle emek ağırlıklı kimliğine uygun, emeğin sorunlarını siyasal alanda da savunacak sendikacılara, emek ve meslek örgütü temsilcilerine, emeği kutsal bir değer olarak yüreğinde hissedenlere listelerinde yer vermesini diliyorum.
Değerli Dostlarım,
Yolum yine eşitliğin, özgürlüğün, kardeşliğin, barışın, sosyal adaletin, sosyal hukuk devletinin gerçekleşeceği, hayatın sarp, engebeli, mücadele dolu günleriyle geçecektir.
Kişiliğimi, kimliğimi borçlu olduğum DİSK’e ve DİSK’lilere bana olan güvenlerinden dolayı bir kez daha huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Güncelleme Tarihi: 13 Mart 2011, 00:00